tag:blogger.com,1999:blog-56335745163464459212024-03-13T11:50:18.780-07:00BARAZi_ASIRETIsayfayi hazirlayan kisi..Umarim bu sayfayi hazirlarken barazi asireti üyeleri bana yardimlarini esirgemezler simdididen her türlü yardima muhtacim lütfen yardimci olun barazi asireti üyelerikurdistanhttp://www.blogger.com/profile/03252987876270752497noreply@blogger.comBlogger9125tag:blogger.com,1999:blog-5633574516346445921.post-90681018387614642122010-02-18T04:18:00.002-08:002010-02-18T04:18:56.115-08:00BARAZi_ASIRETI: yorumlar<a href="http://baraziasireti.blogspot.com/2010/02/yorumlar.html">BARAZi_ASIRETI: yorumlar</a>kurdistanhttp://www.blogger.com/profile/03252987876270752497noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5633574516346445921.post-88729353959232732482010-02-18T04:18:00.001-08:002010-02-18T04:18:35.187-08:00yorumlaryorumlariniz icin tesekkürler kurdistanhttp://www.blogger.com/profile/03252987876270752497noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5633574516346445921.post-45817476525035635402008-10-12T11:18:00.000-07:002008-10-12T11:27:17.686-07:00Tarihte´ki Kürt Devletleri Merwani Kürd Devleti:
<br />Harputtaki Kürt aşiretlerinden Dostkî’lere mensup Ebu Abdullah Şa Baz Bin Dostik tarafından 981 yılında Meya Farqin’de (Diyarbekir-Sîlwan) kurulan Merwanî Kürt Devleti’nin varlığına, 1085′te Selçuklu Emîri Melikşah tarafından son verildi.
<br />990 yılında Hamdanîlerle yapılan bir savaşta Baz ölünce, yerine yeğeni, Merwan’ın oğlu Ali Hasan geçti. Babasına atfen, devlet Merwanî olarak adlandırıldı. Devletin egemenlik alanı kısa bir sürede gelişti. Güneyde Cudî eteklerinden başlayıp Cizre ve Hasankeyf’e, batıda Harput, kuzeyde Malazgirt ve doğuda Hakkâri’ye kadar uzandı. Çoğu tarihçiye göre, Merwanîlerin zenginliğine göz koyan Melikşah, devletin hükümdarlarından Nasır Nizam El-Dewle’ye memleketi paylaşma teklifinde bulundu; fakat bu teklif reddedilince, Melikşah veziri Fahrüldevle yönetiminde büyük bir ordu göndererek Diyarbakır ve Silvan’ı ele geçirirerek hazinedeki 1 milyon altına el koydu. Mervanî ailesini de Bağdat’ın kuzeyinde bulunan Harbe köyüne sürgüne gönderdi.
<br />Merwanîler döneminde Kurdistan’da birçok cami, medrese, kervansaray, köprü, hamam, su kanalı yapıldı. Meyafarqîn bu dönemde büyük bir ticaret merkezi haline geldi. Emir Ebu Nasr döneminde kültürel ve edebî çalışmalara önem verildi. Devlete sığınan şairler ve bilim adamları himaye edildi. Bu nedenle El Dela, Tihamî, Ebu Riza, Siman El Hotaci gibi birçok yerli ve yabancı şair, şiirlerinde Emir Ebu Nasr’dan övgü ile söz ederler.
<br />Mitani Kürd Devleti:
<br />Mitannî Krallığı, milattan önce 1500’lü yılların başında Kürdistan coğrafyasının kuzeybatısında bir üst medeniyet olan Hurriler tarafından kuruldu. Hititlerin belgelerinde geçtiği haliyle isimlendirilen bu ülkenin kendi dilinde hangi adla anıldığı henüz tespit edilmemiş olmakla birlikte; büyük kanı onların da çağdaşları Asurîler gibi ülkelerine Hani-Galbad adını verdikleri yönündedir. Mitannî Krallığı, Fırat kıyısındaki Qarqamiş (Karkamış) kentinden başlayarak Bêlih ve Xabûr’u da çevreleyip Nisibis’e (Nusaybin) kadar uzanıyor ve doğuda Bitlis, kuzeyde Elazığ ve Malatya’yı içine alarak güneyde Aleppo (Halep) ve Nuzzi (Kerkük) kentlerini kapsıyordu. <a id="more-294"></a>Kuzey ve batısında Hattilerin bulunduğu ülkenin güneyinde Asurîler, doğusunda ise diğer Hurrî kabilelerinin oluşturduğu küçük krallıklar bulunmaktaydı. Mitannî Krallığının başkenti, bugün Mardin olarak bilinen ovada kurulu Waşukkannî’ydi.
<br />Asurîlerle girdikleri savaşlar sonrası zayıflayarak M.Ö 1200’lere doğru dağılan; fakat M.Ö 900’lü yıllara kadar Asurîlerin bir eyaleti olarak devam eden krallık, tek hanedanlık olmak üzere 14 kral tarafından yönetildi (Kirta 1500-1490, I. Shuttarna 1490-1470, Barattarna 1470-1450, Parshatatar 1450-1440, Shaushtatar 1440-1410, I. Artatama 1410-1400, II. Shuttarna 1400-1385, Artashumara 1385-1380, Tushratta 1380-1350, Shuttarna III 1350, Mattivaza 1350-1320, I. Shattuara 1320-1300, Wasashatta 1300-1280, II. Shattuara 1280-1270).
<br /><a class="imagelink" title="mitanni-prensesi-radiant.jpg" href="http://www.kurdistantime.com/wp-content/uploads/2007/03/mitanni-prensesi-radiant.jpg"></a>Güçlü dönemlerinde Asur ve diğer komşularının topraklarına el koyarak vergi alan Mitannîler, Mısır hanedanlıklarıyla sağlam bir bağ oluşturmuş ve kral eşlerinin firavun soyundan olmasına dikkat etmişlerdi. Ülke kralının, halkın babası olarak görüldüğü ve çoktanrılı inancın geliştiği ülkede, inanç sistemi ve tanrı isimleri Wedîk Hindî inancının tanrı isimleriyle aynıydı. Hindo-Aryen oldukları kabul edilen Mitannîlerin kral isimleri, tanrı adları, at yetiştiricilikleri, iki tekerlekli savaş arabaları, işleme ve çömleklerde kullandıkları motif ve teknikleri, sahip oldukları coğrafya ve diğer kültürel terimler ile halen Kürtçede yaşayan kimi sözcük ve Kürtler tarafından halen kullanılan kimi coğrafî adlar onların bugünkü Kürtlerin ataları oldukları savını kuvvetlendirmiştir.<a class="imagelink" title="mitanni-hali.jpg" href="http://www.kurdistantime.com/wp-content/uploads/2007/03/mitanni-hali.jpg"></a>Çanak-çömlekçiliğin ilk başlarda gelişmekte olduğu ülke zamanla halı dokumacılığının icat edildiği bir merkez oldu. Mezopotamya, Mısır ve Agyan (Ege) sanatlarından etkilerin bulunduğu Mitannî sanatı, bazalt taşlar üzerine yapılmış işlemelerle günümüze kadar ulaşabilmiştir. Kanatlı güneş, tilki, yıldız ve insan başı figürlerinin yer aldığı işlemelerin büyük bir kısmı Fransa’daki Louvre Müzesi’nde bulunmaktadır.
<br />Sosyal hayatın ve mülk edinme kavramlarının gelişmiş olduğu Mitannî halkında bütün önasya toplulukları gibi evlilik, hukukî bir akit olarak kabul ediliyordu. Medenî hukukun temelini şahsî mülkiyet kavramı oluşturuyordu. Mitannîlere ait veraset, vekalet ve yargılanma ile ilgili bir takım çivi yazılı tabletler Kerkük ve Musul yöresindeki kazılarda bulunmuştur. Bu tabletler, ülkenin ne denli bir sosyal yapıda olduğunu çok iyi yansıtmıştır.
<br />Kürt sözcüğünün ilk hali olarak kabul edilen ve ilk kez bu dönemde Asurlular ile yapılan ve Mittanîlerin kaybettiği bir savaş sonrası, Asur Kralı I. Tiglath-Pileser adına hazırlanan zafer silindirinde (M.Ö. 1125) geçen Kurtie / Qurti halkının ismi bu döneme denk gelmektedir. Asurluların bu yazıtta bahsettiği ve Azu Dağı’nda yer aldığı söylenen Kurtie, arkeologların belirlemesine göre Hizan Dağı dolaylarındaki Kurtî bölgesi ile aynıdır. Nitekim ünlü Kürt tarihçisi Şerefxan, 1597 yılında yazdığı Şerefname’de bu bölgeden Kürt yöneticilerin ikametgahı olarak bahsetmektedir. Yazıktır ki, 25 Aralık 1935’te Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı Kürt yerleşim birimlerinin ismini değiştirmesinden nasibini alan Kurtî nahiyesinin adı Aksar olarak değiştirilmiştir. M. Izady’ye göre, 3100 yılı aşkın bir zaman dilimi yaşayan ve Kürt isminin doğum yeri olan bu isim çok yakın bir dönemde tarihe karışmış olmaktadır. Tarihçi Gernord Wilhelm ve Prof. Ephraim Avigdor Speiser, Kral I. Tiglath-Pileser’in bu tabletinde geçen Kurtie / Qurti sözcüğünün evrim geçirerek klasik Yunan ve Roma metinleriyle İslam öncesi Farsça kaynaklarda Kurtî (Latincede Cyrti) halini aldığını söylerken, M. A. Morrison ve D. Owen ise bilinen ilk Mitanni kralının isminin Kirta olmasını ve bunun Kurtie sözcüğüyle olan etimolojik bağını vurgularlar.
<br />Mitannilerin kalıntılarıyla ilgili olarak ilki 1880’de olmak üzere, Qazanê (Urfa – Konuklu köyü), Qarqamiş (Antep - Karkamış), Kelazan (Elaziz Kalesi), Sêgir (Diyarbakır – Üçtepe), Xawuştran (Diyarbakır’ın Bismil ilçesine başlı Kavuşturan Höyük Köyü), Tirban (Siir- Türbehöyük), Gircafer (Malatya - Cafer Höyük), İzollu (Malatya), Pirotan (Pirotlu – Malatya), Gundê Şêran (Malatya – Aslanlı Köyü), İsahöyük (Malatya) Halep, Rassulayn (Suriye) Musul (Ninewe) ve Kerkük (Nuzzi) kazıları yapılmıştır. Türkiye sınırları içerisindeki kazıların çoğu baraj alanı kurtarma kazıları olarak yapılmış ve kalıntıların çoğu kurtarılamamıştır. 1979 yılında başlayan Karakaya Barajı alan kurtarma kazılarının İsahöyük ve İzollu’dan sonraki ayakları başlamadan sona erdirilmiştir.
<br />Ziyar Kürd Devleti:
<br />İslam’ın Kürtlerce kabülünden sonra ortaya çıkan Kürt-İslam devletleri arasında askerî gücü en yüksek olan ve egemenlik alanı içerisinde büyük bir otorite kuran Ziyar Kürt Devleti ( آل زیار - Ziyarids) 928 yılında kuruldu. Deylem (Deyleman - Dailam) Aşireti’ne mensup Merdaviçê Ziyar tarafından Kürdistan’ın doğusunda ve Orta İran’ı da kapsayan bir coğrafyada kurulan devlet, Zaza olarak bilinen Dimilî Kürtleri’nin son büyük egemenliği oldu. Merkezi Cürcan’ın kuzeyi ve Mazendaran’da bulunan ve 928-1043 yılları arasında yaşan devletin egemenlik alanı Taberistan ve Cürcan’ı da içine alarak güneyde İsfahan ve Hamedan’a, batıda El Cezire ve Irak’a, kuzeyde ön Kafkasya’ya kadar uzanıyordu.
<br />Taciklerin İran’da kurduğu ve 875-999 yılları arasında hüküm süren Samanîler Hanedanlığı’nda bir ordu komutanı olan Merdaviç’in Hamedan ve İsfahan’da 928′de başlattığı halk ayaklanması kısa sürede büyük bir taraftar kitlesi buldu. 9. yüzyılın sonlarına doğru Abbasi halifeliği döneminde İslam’ı kabul eden Deylem Aşiretleri’nin Keya Antlaşması ile bir araya gelmesi 930′da devletleşmenin önünü açtı. Böylece, bu dönemde İslam ümmeti içerisinde kahramanlıklarıyla ünlenen Kürtler, 6 hükümdar tarafından yönetilecek ve egemenlik alanlarında birkaç yeni Kürt devletinin tarih sahnesine çıkmasına sebep olacaktı. Sırasıyla, Mardaviçê Zîyar (928-934), Weşamgerê Zîyar (934-967), Zehîrodelê Bêstûn (967-976), Şemsül Mualî Ebulhassan Kawûs (976-1012), Felekül Mualî Menûşehrê Kawûs (1012-1031) ve Enûşirwanê Menûşehr (1031-1043) adlı emirlerin Keykawûs adını alarak hükümdarlık ettiği Ziyarlar, önce yine bir Kürt hükümdarlığı olan Alumutlar’ın ardından Selçukluların saldırıları sonrası zayıflayarak yıkılmıştır.
<br />Gelişmiş bir askerî güce sahip olan Ziyarlar döneminde İslam sonrası Kürt mimarisi büyük bir gelişme kaydetmiş, özellikle astronomi, fizik, tıp ve matematik alanlarında büyük bilim adamları yetişmişti. Kürdistan coğrafyasında Kab Kültürü’nün (konik kubbe veya kümbet) disipline edilmiş ilk halinin mimariye uyarlanmasıyla oluşturulan ve aynı zamanda bir milli Kürt sembolü olan 10 köşeli güneş şeklinde yapılan Qaba Kawûs (Gonbad-e Qabus) aynı zamanda bir gözlemeviydi de. El-Burunî gibi bilimadamlarının yetiştiği bu dönemde Kürt emîri Keykawes’in amcası tarafından yazılan Kawûsname (Kâbûsname), devlet felsefesine getirdiği yeni açılımlar ve sosyolojik tespitleriyle kıymetini günümüze dek koruyabilmiştir.
<br />Mahabad Kürd Cumhurriyeti:
<br />İran’ın 1941 yılı Eylül ayında İngiliz ve Ruslardan müteşekkil itilaf kuvvetleri tarafından işgal edilmesi, İran’ın Kürtler ve aynı yönetim altında yaşayan Azeriler üzerindeki otoritesinin çökmesine yol açtı. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde bu çöküşün en ciddi sonuçlarından biri Ruslar karşısında yenilen ve geri çekilmek zorunda kalan İran kuvvetlerinin geride bıraktığı askerî mühimmatın Kürtlerce ele geçirilmesi oldu. Bu gelişme, Şah Rıza rejimi tarafından zulme uğramış, liderleri zehirlenmiş, asılmış ya da toplu olarak göçe zorlanmış Kürtlerin konumunu bir anda değiştirmekle birlikte bölgedeki dengeleri de alt-üst etmeye yetmişti.<a id="more-215"></a>İngiliz-Rus işgali sonrası Doğu Kürdistan, Rus Hakimiyet Bölgesi, İngiliz Hakimiyet Bölgesi ve Kürtlerin denetimindeki bir ara bölge olmak üzere üçe bölünmüştü. Denetimsiz kalan bu bölgede güç toplayan Kürtler, Rus ve İngilizlerle görüşerek, İran’ın bölgedeki hakimiyet bağını tamamen ortadan kaldırmak için çeşitli girişimlerde bulunmakta gecikmediler.
<br />İran idaresinin bölgedeki zayıflığı Rusların, Celalî, Şîqaq, Herkî ve diğer birçok aşiretle lokal ilişkiler geliştirmesinin önünü açmıştı. Kürtlerin talepleri Ruslar tarafından ilk başta olumlanmadıysa da ilerleyen zamanlarda Kızıl Ordu’ya tahıl temini ve bölgede güvenliğin Kürt birliklerince sağlanması şartıyla Ruslar, Kürtlere İran ile aralarındaki meseleyi çözme izni verdiler. İngilizler ise Şeyh Mahmud Berzenci’den deneyledikleri sorunlardan dolayı Kürt taleplerine her seferinde olumsuz yanıtlar vermekteydi. Nitekim Kürdistan, bölgedeki diğer ülkeler için de hassas bir konuydu ve İkinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Britanya, Ortadoğu’da bir risk almak istemiyordu.
<br />Denetimsiz bir bölgenin oluşması Kürt aşiretleri için önemli hâkimiyet alanları meydana getirmişti. Örneğin Şah Rıza ile girdiği mücadele sonrası topraklarını terk etmek zorunda kalan Banî Beyzade aşiretinin liderlerinden Hama Reşit Beg, saygı duymadığını söylediği Irak-İran sınırını geçerek, topraklarına dönmüş ve taraftarlarının yardımıyla Bane ile Zerdeşt bölgelerini kapsayan yarı-özerk bir otorite kurmayı başarmıştı. Yüksek rütbeli bir İran subayını öldürmesine ve isyancı olarak ilan edilmiş olmasına rağmen İran Hükümeti, Hama Reşit’i bölgenin yarı-resmî valisi olarak tanımak zorunda kalmıştı. Yine aynı şekilde Mehmud Axayê Senê’nin kurmuş olduğu hakimiyete İran güçleri müdahele edememişti. 1942 yazında Hama Reşit Beg ile Mehmud Axa arasında ihtilafların ortaya çıkmasıyla İran, Mehmud Axa tarafında yer aldı ve Hama Reşit’in yok edilmesi için gerekli mühimmatı sağladı. Yenilen Hama Reşit, tekrar Irak sınırının diğer tarafına sürüldü. Bir yıl geçmeden İran, kuvvetlerini Mehmud Axa’nın üzerine yöneltti ve sınırın diğer tarafına sığınana kadar peşini bırakmadı.
<br />Bu olayların neticesinde zayıf düşen Kürt birlikleri İran ordusu karşısında tutunamadı ve 1945 Eylül’ü itibariyle Saqiz - Bane - Zerdeşt hattının güneyindeki tüm Kürt bölgelerinin denetimi tekrar İran Hükümeti’nin eline geçti. Geriye kalan bölgelerde yine güçlü bir Kürt varlığının söz konusu olması hasebiyle İran daha çok ilerleyemeden durmak zorunda kaldı. Hattın diğer tarafında kalan Mehabad şehrinde ise Kürt siyasî çalışmaları önemli sonuçlar doğuracaktı.
<br />İşgalin ilk yıllarından beri Kürtlerin siyasi bir varlık gösterdikleri Mehabad şehrinde 16 Ağustos 1943′te bir grup Kürt yurtseveri tarafından Komelaya Ciwanê Kurd (Kürt Gençlik Komitesi) kurulmuştu ve faal bir şekilde bağımsız Kürdistan propagandası yapmaktaydı. Değişen dünya dengeleri onlara bu fırsatı verebilirdi. Bu dönemde Kürdistan için iki önemli girişim dikkat çekiyordu. İlki, Rusların 1942′de nüfuz sahibi bazı Kürtleri Moskova’ya bir kongreye davet etmesi, ikincisi ise Irak ordusuna mensup üç Kürt subayın Kürdistan’ın bağımsızlığının desteklenmesi karşılığında Almanya’ya karşı verilen savaşta Kürt vatandaşlarının silahlı desteğinin önerilmesi oldu.
<br />Rusya, İran’daki Kürt politikasını 1944′te uygulamaya koydu ve Komela’nın başvurusu üzerine Mehabad’a Kürdistan-Sovyet Kültürel İlişkiler Topluluğu (KSKT) adıyla bir şube kurdu. Nitekim, öncesinde bir yeraltı örgütü olan Komela, 6 Nisan 1945′te, KTSK’nin binasında yapılan bir törenle tüzüğünü deklere etti. Rızaiye’deki Sovyet Konsolosu ve Sovyet-Azerbaycan Kültürel İlişkiler Topluluğu’nun şefi törenin şeref konuklarıydı. Bu programın en önemli bölümü “Dayika Niştiman” (Anavatan) adlı oyundu. Bu oyunda Kürdistan’ı temsil eden bir yaşlı bir kadın, Irak, İran ve Türkiye’yi temsil eden üç ‘vicdansız’ tarafından tartaklanıyor ve kötü muameleye tabii tutuluyordu. Oyun, ‘Dayika Niştiman’ın oğullarının ortak çabasıyla kurtarılmasıyla bitiyordu. Oyun seyredenleri o kadar etkiliyordu ki hayatları boyunca düşman olmuş kimseler gözyaşları içerisinde birbirlerine sarılıyor ve Kürdistan’ın intikamını almaya hep beraber yemin ediyor, kan davalarından Kürdistan için vazgeçiyorlardı.
<br />Bu dramatik oyunun başarısının yanı sıra bu toplantıdaki en önemli olay, elbette ki Kültür Kurumları başkanı Qadi Muhammed’in Komela’ya kabul edilişiydi. Bu kabul edilişten hemen sonra güçlü kişiliği, karizmatik davranışları ve entelektüel birikimiyle örgüt içinde yükselen Qadi Muhammed, yönetimi tek elde bulundurarak bir Kürdistan politikası belirlemeye başladı.
<br /><a title="demokratik-kurdistan-cumhuriyeti-cumhurbaskani-qadi-muhammed.jpg" href="http://www.kurdistantime.com/wp-content/uploads/2007/02/demokratik-kurdistan-cumhuriyeti-cumhurbaskani-qadi-muhammed.jpg"></a>Qadi Muhammed, 12-15 Eylül 1945 tarihlerinde çeşitli temaslarda bulunmak üzere kuzeni Seyfî Qadi ve Hecî Baba ile birlikte Bakü’ye gitti. Burada Rus yetkililerle görüşmelerde bulunan heyet, Mehabad’a dönüşü ertesi Mizhê Dimoqratî Kurd (Kürdistan Demokrat Partisi) adlı bir parti kurduğunu açıkladı ve bir bildirgeyle Kürt aydın ve soylularına bildirimde bulundu. Açıklama toplantısına katılan bütün Kürtler, oluşuma tam destek sundular ve ortak bir bilgirge yayınlayarak partiye üye oldular. Kısa bir süre içerisinde Iraktaki Kürtlerle diyalog geliştiren parti yöneticileri, Mustafa Barzanî ve peşmergelerini Mehabad’ta bir tören ile karşıladılar.
<br />Tarih, 22 Ocak 1946′yı gösterdiğinde Qadi Muhammed, Çarçıra Meydanı’nda Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etti. Mahşerî bir kalabalık ve büyük bir coşkunun hakim olduğu tören Kürdistan için bir dönüm noktası niteliğindeydi.
<br />Kürdistan Milli Meclisi, 11 Şubat 1946′da Qadi Muhammed’i Cumhurbaşkanlığına, Hecî Baba’yı Başbakanlığa ve General Mustafa Barzanî’yi de Genelkurmay Başkanlığına, Seyfi Qadi’yı ise Kolluk Kuvvetleri Komutanlığına atadı. Aynı gün, yürütme organları, yargı, askerî ve kültür kurumları kabul edildi. Kürdistan Cumhuriyeti Anayasası ile “milletin meşru egemenliği” garanti altına alınarak Kürtçe resmî dil, üstte kırmızı altta yeşil kuşak üzerine bir güneşin bulunduğu bayrak Kürdistan bayrağı ve Şair Dildar Rauf’un Ey Reqib adlı şiiri milli marş olarak kabul edildi.
<br />Bir süre sonra basın yayın örgütlenmesi yapıldı ve 10 Ocak 1946′da yayın hayatına başlamış olan Kurdistan dergisinin yayına devamına ve Kurdistan adlı resmî bir gazetenin çıkarılmasına karar verildi. Kürdistan Milli Meclisi, aldığı kararlar ile eğitim alanında iyileştirme kararı aldı ve genel ve zorunlu ilk öğretimi tesis eden yasalar çıkardı. Fakir ailelerin çocuklarına para yardımı, giyecek ve ders kitapları verildi. Kültürel çalışmaların önemini vurgulayan meclis, ilk olarak iki Kürt şairin, Hejar ile Hêmen’in şiir kitaplarını devlet matbaasında bastırdı. Kısa bir süre içerisinde Kürt okulları kuruldu ve Kürtçe eğitime başlandı. Hawar ve Hilale adıyla iki yeni dergi yayınlandı. 10 Mart’ta ise Sovyetlerin göndermiş olduğu bir verici istasyonu ile Mehabad Radyosu yayın yapmaya başladı.
<br />Bu arada komşu ülkelerin konuyla ilgili tepkileri gecikmedi. Türkiye Başbakanı Mehmet Şükrü Saraçoğlu 6 Mart 1946′da, İran ve Rusya’ya, konuya müdahalelerinin olabileceğine dair birer telgraf çekmiş ve gelişmelerin endişe verici olduğunu belirtmişti. İran ise Kürdistan rahatsızlığını Rus ve İngiliz yetkililere bildirmiş ve Sovyetlerin Kürt gücünü kontrol edememesinin tehlikeli sonuçlar doğuracağını beyan etmişti. Bu gelişmeler karşısında Kürdistan Milli Meclisi, İran Hükümeti’ne bir muhtıra çekerek, ülkedeki Kürt sorunun sadece Kürdistan Cumhuriyeti sınırlarıyla değil, ülkenin tümünde yaşayan Kürtlerle ilgili bir iç sorun olduğunu vurguladı ve karşılıklı müzakereler ile Kürtlerin insani haklarının iade edilmesi istendi. Muhtıra, bir Kürdistan Yüksek Konseyi’nin oluşturulmasını teklif etmekteydi ve bu muhtıranın barışa uzatılmış bir el olarak algılanması gerektiği belirtiliyordu.
<br />Tarihler 9 Mayıs 1946′yı gösterdiğinde ABD, İngiltere, Türkiye ve İran’ın baskıları sonucu Sovyetler, Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nden desteğini çektiğini Moskova Radyosu’ndan duyurdu. Bunun üzerine ertesi gün Kürdistan Savaş Konseyi, ABD, İngiltere, Türkiye, İran ve S.S.C.B’ye birer ihtar çekerek Kürdistan’ın bağımsızlığı ve milli eğemenliği vurgulandı. ABD ve SSCB’nin bu konuyla ilgili görüş ayrılıkları Soğuk Savaş’ın başlangıç merhalelerinden birini oluşturdu. Bir anda yalnızlaşan Kürtler, serinkanlı davranmak durumundaydılar. Qadi Muhammed, 1 Haziran 1946′da Fransız Basın Ajansı’na açıklamada bulundu ve İran Hükümeti’nin İran genelinde demokratik yasaları uygulamasını, Kürtlerin dil, eğitim ve kültürel haklarını tanımasını istedi. Fransız muhabirin Qadi Muhammed’e merkezi hükümetle çatışma tehlikesi ve yabancı müdahale ihtimali ile ilgili bir soru sorması üzerine, Kürdistan Cumhurbaşkanı şu cevabı veriyordu:
<br /><a title="qadi-muhammed-fransiz-haber-ajansi-arsivi-1946.jpg" href="http://www.kurdistantime.com/wp-content/uploads/2007/02/qadi-muhammed-fransiz-haber-ajansi-arsivi-1946.jpg"></a>“Kürdistan’daki durum Azerbaycan’daki durumdan çok farklıdır. Ülkemiz hiçbir zaman Sovyet askerlerince işgal edilmemiş ve Rıza Şah tahttan indirildiğinden beri, ne jandarm ne de İran ordu birlikleri Kürdistan’a girmişlerdir. Bu sebeple biz, bağımsızız ve kendi irademize sahibiz. Üstelik kim tarafından yapılırsa yapılsın yabancı bir müdahaleye müsamaha göstermeyeceğiz. […] Ancak bilinmelidir ki Amerikalıları ya da Rusları taklit etmek istemiyoruz, fakat medenî ülkelerin hayvanları durumuna düşmeyi de reddediyoruz…”
<br />Ne var ki 10 Aralık 1942′de Sovyetler ve İran arasında bir anlaşma sağlandı ve İran, aynı gün Kaflankuh Geçidi’nden Kürtlerle kader birliği yapmakta olan Azerilere saldırdı ve Tebriz’i geri aldı. Bu, başkent Mehabad’ın düştüğü anlamına geliyordu. İran Birlikleri buradan Kürdistan üzerine yürüdü. Qadi Muhammed’in Tahran’daki kardeşi Sadrî Qadi, İran’da bir parlamenterdi ve bu durum üzerine İran ve Kürdistan Hükümeti arasında uzlaşı sağlamaya çalıştı. Nitekim bir barış antlaşması da imzaladılar. Antlaşma gereği General Mustafa Barzanî ve Seyfî Qadi komutalarındaki birlikler etkisiz hale getirilerek başkentin dışına alınmıştı. Yaklaşık bir hafta boyunca İran ve Kürt hükümetleri herhangi bir sorun çıkarmadan kentte sükûneti sağladılar. Fakat 17 Aralık’ta Qadi Muhammed ve kuzeni Seyfî Qadi da dahil olmak üzere Kürdistan Milli Meclisi’nin tüm üyeleri tutuklanarak hapse atıldı. Kentte karışıklık baş gösterdiyse de İranlılar olaya hâkim olmakta gecikmediler ve Mehabad’ın denetimini ele geçirdiler. 30 Aralık 1946′da Qadi Muhammed’in kardeşi Sadrî, Tahran’daki evinde tutuklandı ve Mehabad’a getirildi. Usulsüz ve yetkisiz bir mahkeme kuruldu ve Qadi Muhammed, Seyfî Qadi ve Qadi Muhammed’in kardeşi Sadrî ölüm cezasına çarptırıldı. Qadi Muhammed, kardeşinin haksız yere cezalandırıldığını ve bu cezanın affedilmesi gerektiğini ısrarla belirttiyse de karar değişmedi ve üçü de 31 Mart 1947′de sıkı koruma altına alınan ve Bağımsız Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin ilan edildiği Çarçıra Meydanı’nda idam edildiler.
<br /><a title="31-mart-1947-seyfi-qadi-qadi-muhammed-sadri-qadi.jpg" href="http://www.kurdistantime.com/wp-content/uploads/2007/02/31-mart-1947-seyfi-qadi-qadi-muhammed-sadri-qadi.jpg"></a>
<br />Kürdistan Cumhuriyeti’nin yıkılması ve Qadi Muhammed’in asılması bütün Kürtler tarafından üzüntüyle karşılandı. Türkiye ve Irak’ta Kürt bölgelerinde geniş tedbirler alındı. Diyarbakır, İstanbul, Süleymaniye, Bağdat gibi şehirlerde ancak küçük protestolar düzenlenebildi. İran’da sıkıyönetim ilan edildiyse de Luristan’ın Urumabad kasabasında infazlara bir tepki olarak 11 Mayıs 1947′de şiddetli bir ayaklanma baş gösterdi. İran askerleri halkın üzerine ateş açtı ve 65 Kürt bu olaylarda hayatını kaybetti. Barzani ve peşmergeleri Irak Kürdistanı’na geçti. Burada sert bir müdahale ile karşılaştılar ve daha önce Irak ordusunda görevli olan ve Barzani’ye katılan 4 Kürt subay bir zaman sonra tutuklandı. 19 Mayıs 1947′de İzzet Abdülaziz, Mustafa Xoşnav, Muhammed Mahmud, Hayrullah Abdülkerim adlı bu peşmergeler Bağdat’ta idam edildi. General Mustafa Barzanî, 27 Mayıs’ta yanlarında peşmergeleriyle Moskova’ya doğru yol aldı.
<br />İdamlar üzerine Avrupa’daki Kürtler başta olmak üzere protestolar yapıldı. Avrupa’daki Kürt öğrencilerin yayın organı Kürdistan’ın Sesi’nde ABD, İngiltere ve Irak sert dille eleştirilirken İran için “Haşhaş müptelası monarşist faşistler” ifadesi kullanıldı. Uzun süre ses getiren protestolar ile Qadi Muhammed, Kürdistan’ın ‘ebedî muzaffer’i ilan edildi. Irak’ta idam edilen subaylardan Hayrullah Abdülkerim’in son sözleri Avrupa’daki elçiliklerin binalarına siyah çelenk üzerinde iletildi: ‘Düşmanlarımıza ölüm, Yaşasın Kürdistan!’
<br />Botan’da Bir Kürdistan Devleti: (Bedirxan)
<br />1803 yılında Cizre’de dünyaya gelen Bedirxan Bey, 18 yaşında (1821) Botan Emirliği’nin başına geçti. Bedirxan Bey çok genç yaşta olmasına rağmen, çevredeki Kürt beylerine iktidarını kabul ettirdi. Osmanlıya asker ve vergi vermeyi reddetti ve bağımsız bir ordu kurup kendi emirliğinin içerisine yeni topraklar katarak genişlemeyi sürdürdü. Kısa bir süre içerisinde Bitlis, Hakkâri, Muş, Van ve Kars Kürt beyleriyle ittifak sağlayarak Osmanlı eğemenliğine karşı Peymana Pîroz’u (Kutsal Anlaşma) gerçekleştirdi.
<br /><a id="more-47"></a>Bu birliğe Doğu Kurdistan’ın en büyük Kürt beyliği olan Erdelan Beyliği’ni de dahil ederek, aşiretlerden ortak bir ekip kurdu ve kaleleri gözden geçirip yeni kaleler inşaa etti. Kurulan ordunun askerî gücü arttırılarak, Cizre’de biri barut diğeri tüfek üreten iki atölye kurdu. Yerli uzmanların yetişmesi ve modern savaş taktiklerini öğrenmeleri için Avrupa’ya öğrenciler gönderdi. Ermeni ve Asurilerle antlaşmalar imzalarak onların güçlerini yanına aldı ve Kürtler için gayri müslimlerle evlenmeyi serbest bıraktı. Osmanlı’nın aldığı vergiden çok daha az bir oranla vergi aldığı için halkın sempatisini topladı böylece civar halkların topraklarını da beyliğine kattı. En büyük hayalinin Karadeniz ile Van Gölünü tıpkı yine o zaman yapımı konuşulan Süveyş gibi bir kanalla birleştirerek denizlere açılmak olduğu söylen Bedirxan Bey, ticaretin gelişmesini sağlamak için Van Gölü’nde deniz taşımacılığını geliştirdi ve modern gemi inşa tekniklerini öğrenmeleri için de 140 öğrenciyi İngiltere’ye gönderdi.
<br />Nihayet 1842 yılında bağımsızlık ilan eden Bedirxan Bey, Cizre’yi başkent yaptı Kurdistan bayrağı çekildi. Kürt liderler, Kurdistan hükümetini koruyacaklarına ve Bedirxan Bey’i destekleyeceklerine dair and içtiler. Süreç, Kürt coğrafyasının Osmanlı’dan ayrılması doğrultusunda gelişiyordu. Bu da İstanbul’un yanı sıra bölge üzerindeki çıkar dengelerini sarsacağı için Avrupa devletlerini ürkütüyordu. Batılı misyonerlerin teşvikiyle, Asuriler, Bedirxan Bey ile olan anlaşmalarını bozarak ona olan desteğini geri çektiler. Bu noktadan hareketle, batılı devletlerin sultan üzerindeki baskıları, Osmanlı yöneticilerini Bedirxan Bey’e karşı harekete geçmeye teşvik etti. Mereşal Hafız Paşa, görüşmeler yoluyla Bedirxan Bey’in Osmanlı hakimiyetini tanımasını sağlamakla görevlendirildi. Ne var ki Bedirxan Bey görüşmeleri kabul etmedi ve ne yapıldıysa sultandan gelen teklifleri reddederek Kurdistan’ın bağımsızlığını vurguladı. Tarih, 6 Haziran 1847′yi gösterdiğinde Osmanlı ordusu üç koldan başkente saldırıya geçtiler. Harput, Urfa, Diyarbekir, Erzurum, Bağdat ve Musul bölgelerinde bulunan askeri güçler de bu taarruza katıldılar. Osmanlıların sayıca üstünlüğüne rağmen Bedirxan Bey’in kuvvetleri ilk çarpışmada üstünlük elde ettiler. Fakat Bedirxan Bey’in yeğeni ve önemli komutanlarından Yezdan Şer’in esir düşmesi neticesinde gizli cephanelerin yerleri ortaya çıkmış ve silah fabrikası Osmanlılarca ele geçirilmişti. Bu arada Kars, Van ve Muş’ta da Kürt aşiretleriyle Osmanlı askerleri arasında küçük çaplı çatışmalar meydana geliyordu. Bir sonraki çatışmada Kürt beylerinin yardıma geç ulaşması sonucu Bedirxan Bey, kendi birliğiyle Eruh Kalesi’ne çekilmek zorunda kaldı. Osmanlıların kale kuşatması görüşmelere zemin hazırladı 27 Temmuz 1847′de Bedirxan Bey, hiçbir askerine dokunulmaması şartıyla teslim oldu. Bedirxan Bey ve ailesi önce İstanbul’a daha sonra da Girit adasına sürgüne gönderildi. Aşırı nemden dolayı hastalanan Bedirxan Bey, Kürdistan’da ölmek istediğini sultana bildirdiyse de bu isteği kabul görülmedi ve Şam’a sürüldü. Son yıllarını burada yaşayan Bedirxan Bey, 1868′de burada öldü.
<br />Gorîyan(Gor) Kürd Devleti:
<br />Kürt Goran aşiretinden Seyfeddîn Surî, tarafından 1148 yılında kuzeydoğu İran’da kurulan Gor Devleti, Harzemşahlar tarafından 1214′te başkent Firuzkuk’un ele geçirilmesi sonucu yıkıldı. 1148 yılına kadar Selçuklu devletine bağlı bir beylik olan Gorîler Seyfeddîn’in beyliğin başına geçmesiyle birlikte bu tarihte bağımsızlık ilan ettiler.
<br /><a id="more-33"></a>Sûri kısa bir süre içerisinde devletinin sınırlarını genişletti. Kendisinden sonra gelen Gor hükümdarı Gıyasuddin Goran, Selçuklu ve Oğuzlarla sürekli çatışma halini şiddetlendirererek 1173′te büyük bir hareket başlattı ve kademeli olarak Gazne, Herat, Multan, Uccah, Siudi, Esaver, Debut ve Lahor şehrini ele aldı ve Gazneli Sultan Mahmud Hanedanlığı’ndan artakalan büyük-küçük bir çok beyliği ortadan kaldırarak, kardeşi Muhammed Gorî’yi (Muizzeddin), Gaznelilerin varisi ilan etti. Muhammed Gorî, 1192′de Kuzey Hindistan ve Bengal’i fethetederek Kudbeddîn Aybeg adlı Türkmen komutanını Delhi’ye genel vali tayin etti. Giyasuddin’in 1202′de, kardeşi Muizzeddin Muhammed Gorî’nin ise 1206′da Türk suikastçiler tarafından öldürülmesi sonucu devlet zayıfladı ve hanedanlık parçalandı. Hanedanlığı devralan Gıyaseddîn Mahmud’un da 1212′de öldürülmesinden sonra yerine geçen oğlu Bahauddîn yoğun saldırılara fazla direnemedi ve 1214′te Gor Devleti, başkentin düşmesi sonucu ortadan kaldırıldı.
<br />Hükümdar Giyasuddin’in Herat’ta yaptırdığı Eşler Camii, İslam mimarîsinde bir devrim niteliğindeydi ve mimaride yeniliğin başlangıcı oldu. Yine Delhi’deki mimari yapılar ihtişamıyla göz kamaştırır niteliktedir. Kültür ve sanat yatırımları daha çok mimarî üzerinde gelişen Gorlar’ın döneminde Kürtçe’nin Hawramî olarak da bilinen Gorî lehçesi önem kazandı ve bir çok şair, filozof ve bilim adamı yetişti.
<br />(Fotoğrafta, Sultan Giyasuddin’in yaptırdığı Herat’taki Cuma (Jama) Camisi)
<br />Alamut Kürd Devleti:<a class="imagelink" title="alamut-kalesi-kalintilari.jpg" href="http://www.kurdistantime.com/wp-content/uploads/2006/10/alamut-kalesi-kalintilari.jpg"></a>
<br /><a class="imagelink" title="alamut-kalesi.jpg" href="http://www.kurdistantime.com/wp-content/uploads/2006/10/alamut-kalesi.jpg"></a>Alamut Kürt Devleti, Moğol hükümdarı Hülagü tarafından 1256 yılında yıkılarak ortadan kaldırıldı. Hasan El Sabah tarafından 1011′de kuruldu. Hasan El Sabah, İsmailiye mezhebi dini öğretisi temelinde güçlü bir örgütlenme yaratıp, Kürt aşiretlerini hareketlendirerek Ziyar Devleti’ne son verdikten sonra, aynı topraklarda merkezî Qazvin yakınlarındaki Alamut Kalesi olmak üzere bu devleti kurdu. Bağımsız varlığını 179 yıl sürdüren bu devlet, 8 hükümdar tarafından yönetildi. Devletin son hükümdarı Kurşah, Moğollar tarafından idam edildi.
<br /><a id="more-28"></a>Bu devletin sınırlarında kendisi de bir filozof olan Kral Hasan’dan dolayı metamatik ve astronomi müthiş derecede ilerledi. Haşhaşilik olarak da bilinen örgütün kuruculuğuyla dünyanın ilk teröristi kabul edilen Hasan El Sabah, 1124 yılında ölene kadar, Selçuklu Türklerinin ve Nizamülmülk’ün korkulu rüyası oldu. Yine de etkileyici dini lider ve başarılı bir devlet adamı olan Hasan El Sabah için Marko Polo şöyle der: “Bu kişi yüksek dağlık bölglerde bir sevgi cenneti kurdu. Çok zengin bir hazineye sahipti. Kurmuş olduğu bu cennet onu kısa zamanda geniş bir taraftar kitlesine sahip kıldı. İslam ülkelerinin her tarafından binlerce genç, bu cennete girebilmek için akın ediyordu…”
<br />Eyyûbî Kürd Imparatorluğu:
<br />Muhteşem Kral olarak bilinen Selahadinê Eyyûbî tarafından Mayıs 1175′te kurulan imparatorluk, Selahaddin’in 4 Mart 1193 yılında ölmesi üzerine parçalanmaya başladı.
<br />1137 yılında doğan ve Kürt Revvadî aşiretine mensup Selahaddin çok iyi bir dinî ve askerî eğitim aldı, 1165 yılında Mısır’a vezir seçildi. Yönetimin çeşitli kademelerine yakın akrabalarını yerleştirerek sağlam bir yapı oluşturdu. Fransız ve Bizansların müşterek saldırılarını başarıyla bertaraf eden ve onlar karşısında zaferler elde eden bu komutan, İslam dünyasında kendisine büyük sempati duyulan, tam anlamıyla güçlü bir vezir ve önder durumuna geldi.
<br /><a id="more-20"></a><a class="imagelink" title="eyubiyan-askerlerinden-bir-kurt.jpg" href="http://www.kurdistantime.com/wp-content/uploads/2006/10/eyubiyan-askerlerinden-bir-kurt.jpg"></a>10 Aralık 1171′de varlığını 200 yıl sürdürmüş olan Mısır Fatimî halifeliğine son verdi. Kısa bir süre içerisinde Yemen, Aden ve Hicaz’ı aldı. Suriye Kralı Nureddin’in 13 Mayıs 1174′te ölmesi üzerine, bir orduyla Dimeşq’e (Şam) girerek burayı da hakimiyetine aldı. Mayıs 1175′te Bağdat’taki Abbasî halifesi Selahaddinê Eyyûbî’nin krallığını kabul ederek, fethettiği topraklardaki otoritesini kabul ettiğini ilan etti. Dinde yaptığı reformlardan dolayı adı Yusuf Şêr Eyub iken dini ıslah eden manasında kendisine Selahaddin adı verildi. Hükümdarlığında kullandığı tam ismi şöyledir: El Malik El Nâşîr Salahaddin Yusuf ibni Eyyub. Bu gelişmelerden sonra Musul’a girerek, Atabekleri ortadan kaldırdı ve ülkesinin sınırlarını Fırat’a kadar genişletti. Sırasıyla kuzey Kurdistan’daki küçük beylikleri ve Kürt aşiretlerini topraklarına katarak kuzeyde Ermenistan’a kadar ilerledi. Kendisine doğuda Dicle’yi sınır alan Eyyûbî İmparatorluğu güneyde Yemen’e, batıda ise Tunus’a kadar uzanıyordu. 1187′de Kudûs’ü Hıristiyanların elinden aldı. Merhameti ve adaletiyle Hıristiyanların takdirini kazanan Selahaddin’in bu zaferi İslam dünyasında ona duyulan saygıyı daha da arttırdı ve ölümsüz bir hükümdar yaptı.
<br />Eyyubîler döneminde pek çok Kürt yazar, şair, filozof ve aydın yetişti. İzzeddin Ali, Mecdeddin Ebu Saadet, İbnul Esir el Cizirî bunlardan birkaçıdır.
<br />(Üstte: 14. yüzyıla ait bir Selahaddin çizimi. Altta: Batılı bir gezginin çizdiği Selahaddin’in Askeri adlı 12. yüzyıla ait bir tasvir.)
<br />Büveyhoğulları Kürd Devleti:
<br />Kürt Büveyhoğulları devleti, 1050′de Selçuklu emîri Tuğrul Bey tarafından yıkıldı. Bu devlet, 934 yılında Ali Hasan ve Hüseyin Ahmed kardeşler tarafından Güneydoğu Kurdistan’da kuruldu. Deylem dağlarında yaşayan bir Kürt aşireti olan Bercenkiaver’e mensup bu kardeşler, kısa bir süre içinde devletin egemenlik alanını güneyde İsfahan ve Şiraz’a, kuzeyde ise Hamedan’a kadar genişlettiler. Babaları Ebu Şuce Büveyh’ten dolayı bu devlete Büveyhoğulları adı verildi. Abbasi halifesi, Halife Kahir Billah, bu devletin egemenliğini tanımak zorunda kaldı. Sürekli iç ve dış çatışmalarla uğraştığı için kültür ve sanat, bu devlet sınırları içerisinde pek gelişmedi. Yalnız, Adud üd-Dewle’nin hükümdarlığı sırasında pek çok cami, hastane, imarathane, yol ve kuyu yapıldı. Moğol İstilaları sırasında bu bölgelerde herşey yakılıp yıkıldığı için bu devlet hakkında daha ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır.
<br />Hamdanî Kürd Devleti:
<br />Merkezi Güney Kürdistan olan Büyük Hamdanî Kürt Devleti (حمدانيون - Hamdanid), 890 yılında Abbasi Halifeliğine bağlı olarak Musul ve Halep çevresinde Hamdan kurê Hamdûn tarafından kuruldu. Önceleri küçük bir egemenlik alanına sahip olan emîrlik, 906 yılında topraklarına Musul, 914 yılındaysa Bağdat’ı kattı. Halifenin desteğiyle kısa sürede egemenlik alanları gelişti ve sırasıyla Halep, Mardin, Cizre, Diyarbekir ve Kerkük’e sahip oldular. Sırasıyla, Hamdan kurê Hamdûn (868-874), Husêyn kurê Hamdan (895-916), Evdillah kurê Hamdan (906-929), Nasir ed-Dewle (929-967), Edîd ed-Dewla (967-980), Bavê Tahir İbrahim kurê El Hesen (989-997), Bavê Evdillah el-Husêyn kurê el-Hesen (989-997) tarafından yönetilen ülke taht anlaşmazlıkları sonucu 945 yılında yönetimini ikiye ayırdıysa da devlet, daha çok Halep merkezli yaşamaya devam etti.
<br />eyf El Dewle tarafından 945 yılında Halep’teki merkezînden yönetilmeye başlayan devlet aynı yıl Bizans Kralı Romanas’la Ruha’da (Urfa) yaptığı savaşı kazanınca Suriye ve Yukarı Mezopotamya’nın büyük bir bölümüne egemen oldu. Kısa sürede sınırları genişlemesine rağmen Büveyhilerle sürekli olarak çatışma halinde bulunan devlet ilerleyen zamanlarda Arapların da saldırısına uğramaya başladı. Merwanîlerin tarih sahnesine çıkmasıyla bölgedeki etkinliği giderek zayıflamaya başlayan devlet Harput’ta bulunan Kürt aşiretleriyle düştüğü anlaşmazlık sonrası topraklarının büyük bir bölümünü yine Kürtlere kaptırdı ve 1004′te Arap Ukalî Devleti tarafından ortadan kaldırıldı. Halep merkezlî yöneticileri sırasıyla, Sayf el-Dewle (945-967), Saad el-Dewle (967-991), Said el-Dewle (991-1002), Bavê Hasan Elîyê kurê Said (1002-1004) ve Ebul Ma’ali Şerif (1004-1004) olan devletin sınırları içerisinde El Mutanabi, Ebu Farizê Mala ve El Ferabî gibi önemli şair ve bilim adamları yetişti.
<br />Seddadi Kürd Devleti:
<br />Miladi 951 Hicri 340 yilinda Eran bölgesinde Kürt Seddadi ogullari tarafindan kurulan bu devlet, Islam döneminde kurulan Kürt devletlerinin en uzun ömürlüsü ve en kuvetlilerinden biridir. Nahcivan, Gence, Tiflis, Demirkapi, Karabag, Ani, Duvin gibi bölgenin büyük kentlerini icine alan bu devletin sinirlari bir ara Malatyaya kadar uzanir. O tarihte güneyinde Mervani Kürt devleti de vardi.Azarbaycan hükümdari Salarmerzubanin esir düsmesi üzerine bölgede bagimsizlik ilan eden Seddadin oglu Muhammedin Gence kentinde tahta oturmasiyla kurulan ve on dört kürt hükümdari tarafindan yönetilen bu devlet, her ne kadar Selcuklu sultani Meliksahin bölgeye 1075 yilinda girmeyisle sona ermissede bölgenin bazi yöreleri Gence kenti gibi miladi 1091 tarihine kadar bu süllalenin egemenligi altinda kalmistir.
<br />Hasnevî Kürd Devleti:
<br />Islamiyetten sonra kurulan Kürt devletlerinden biriside Hasnevi Kürt devletidir. Bu devletin temeli, Hicri 330 yilinda
<br />berzekan asiret reisi Hüseyin aganin eliyle atilir. Bütün hemedan bölgesini icine alan bu devlet, kurucusu Hüseyin aganin vefatiyla dirayetli olan oglu Hasan veyhin denetimine gecer. Babasindan sonra hükümeti cok iyi yöneten Hasan veyh, halkin.
<br />Sevgisini kazanir ve devlete de isimini veriri. Günden güne güclenen bu devlet, Nehavent, Semgan ve Dinur kentleriyle bazi Azarbaycan sehirlerini de icine alir. Devletin baskenti, Hasan veyh tarafindan kurulan Sermac sehri idi. Dirayetli devlet reisi Hasan veyh, Hicri 369 yilinda Sermac kentinde vefat eder.
<br />Lollo Kürd Devleti:
<br />Lololar, eski tarihte Süleymaniye bölgesinde oturan büyük zagros halk toplulugundan biridir. Bu günkü Kürtlerin atalarindan olan lollolar, tarihin degis dönemlerinde, devletler kurmus, bagimsizlik ve özgürlüklerini sürdürmüs, ilim, sanat ve kültürde hayli ilerlemis, vatanlarini korumak icin komsulari olan Asur ve akatlarla bir cok savaslara girmislerdir. Zehave bölgesinde kesf edilen milattan önce 2800yillarinda Lolo kraligi dönemine ait olan bir antik levhaya göre Halman (bu günkü Hilvan) bölesiyle Zehave bölgesi o dönemlerde lollo kraligina bagliydi. Lololarin devleti, Süleymaniye, Sêxan, Zehav, Sehrizor ve Kerküke kadar genis bir sinir vardi. Devletin baskenti Zimri sehriydi.
<br />Lollolarin kurduklari devlet, yaklasik bin yil devam ettikten sonra milattan 18.yüzyilda Akad krali Naram-sin´in saldirisina ugrar ve Akatlarin yönetimine gecer. Gotilerin Akat topraklarini isgal hareketi sirasinda, lollolar, tekrar bagimsizliklarini kavusurlar ve Gotilerle iyi dostluk iliskilerini kurarlar. Milattan önce 10. yüzyilda Asurlarin saldirilarina maruz kalan Lollo krali (Amixa) Süleymaniye yakininda bulunan "Pirmigro" kalesine kacmak zorunda kalir ve baskent Zimri kenti, Asurilerin denetimine girer. Sonra Asurlarin kendi aralarindaki anlasmazliklarindan ötürü Lollo bölgesi bir cok huzursuzluk, baskaldiri ve kavgalara sahne olur. Bu durum Asur hükümetin yikilis ve Med Imparatorlugunun kurulusuna kadar devam eder.
<br />Guti Kurd Devleti:
<br />Zagros daglari ve Asagi Zap nehrinin kiyilarinda yasayan ve bu günkü Kürtlerin atalarindan biri olan Gutiler, M.Ô. 2700 yillarinda müstakil bir devlet kurar, Mezopotamya ve cevresindeki verimli top-raklara yerlesirler.Mezopotamya kuzeyindeki Akad memleketlerini MÔ. 2649 yillarinda isgal edip tam iki asra yakin, Sümer ve Akadlari idare eden Gutiler, MÔ. 2400 yillarinda Lololarla birleserek güclü bir devlet kurar ve büyük bir medeniyeti gelistirirler. Tekrar Akatlara karsi yenik düsen Gotiler eki vatanlari olan Zagros daglarina cekilmek zorunda kalirlar ancak M.Ô. 2700 yillarin Asur Imparatoru 1.Salmanasarla kanli bir savasa giren Gotiler tarihi bir direnis ve basari gösterdiler.
<br />Hasanveyh Kürd Devleti:Son hükümdari Ebul Mansur´un ölümü ile icerden bir hayli zayiflanmis olan hasanveyh devleti 1121´de kendiliginden dagildi. Bu devletin hükümranlik dönemi toplam olarak 171 yil sürdü. Devlet, Barzikan- Baruni asireti lideri Hasanveyh bin Hüseyin tarafindan 959 yilinda kuruldu. Egemenlik sahasi Sehrezor, Dinaver, Hamedan ve Nihavend bölgeleriydi. Devletin baskenti, Bisulun Dagi´nin güneyine düsen Sermac sehri id. Hasanveyh´in 979 yilinda ölmesi üzerine, yerine oglu bedir gecti. Devletin sinirlari Bedir döneminde Ahvaz, Huristan, Berucerd ve Esadabad´in katilmasi ile genisledi. Bedir´e Abbasi halifesi tarafindan "Nasruddin" unvani verildi. Bedir 1015 yilinda öldïrülünce yerine oglu Hilal gecti. Hilal da ölünce yerini oglu Tahir aldi. Hasanveyh hanedanligi Tahir´in ölümü üzerine gücünü yitirdi. Baruni asiretinin basina Iyarlar gecti. Iyarlar dönemi 989 yilinda baslamak üzerine 130 yil sürdü.
<br />Zengî (Zengan) Kürd Devleti:
<br />Musul atabeyi ve Selçuklu Devleti içerisinde yetişmiş büyük komutanlardan olan Zengan Kürt aşiretinden İmadü’d-Din Zengî, Haçlıların kontrolündeki Urfa Kontluğu’nu, Hıristiyanlar arasındaki bir anlaşmazlık sırasında Ermenilerin yardımıyla 1144′te fethetti. Ticaret yollarının merkezinde olması ve dinsel öneminden dolayı Urfa’nın Haçlıların kontrolünden çıkması üzerine, Haçlılar Kürdistan’daki kalelerini kaybetmeye başladı. İkinci Haçlı Seferi’nin sebebi olan bu olaydan sonra Kürdistan’da Efrenciler olarak bilinen Haçlılar, sırasıyla Antakya, Herim, Famiye, Irka ve Cebele kalelerini de bu Müslüman Kürt devletine bırakmak zorunda kalacaklardı.<a id="more-444"></a>Butras el-Bustani’nin* Büyük Kürt Emirleri’nden (Emirûl Ekrad-ı El Azam) olduğunu belirttiği İmadü’d-Din el-Zengî, 1127 yılında Musul Valisi olunca kendi egemenlik alanını oluşturmuş ve bir yıl sonra Şam’ı, Haçlıların elinden alarak İslam alemi içerisinde hatırı sayılır bir konuma yükselmişti. Aynı yıl, Mardin’e bağlı Hemlin, Muzer, Tell Muzer ve Cuslik kalelerini de alınca devletleşme yolunda iyi adımlar atmış ve bu kaleler için yeterince asker toplamıştı. Kısa bir sürede egemenlik alanını Orta ve Kuzey Kürdistan üzerinde genişleten Zengî, 1140′ta Diyarbekir ve çevresini topraklarına kattı. Hısn Keyfa’yı Artuklular’ın elinden alarak Siirt, Hizan, Batsiye, Matlis ve Dewmen’i ve Botan’ın sol kıyısındaki Tanzî’yi zaptetti. Birkaç ay içerisinde Kürt illerinin çoğuna kendi valilerini atadı ve vergileri düşürdüğünü ilan etti. Kürtler içerisinde büyük sempati kazanınca sırasıyla önemli Kürt merkezlerinden Ewrah (Eruh), Bahawha (Perwarî), Barho, Kingawar, Akr, Nirwa ve Hawşab (Xoşab) şehirlerini de topraklarına kattı. Elkî (Alıkî - Alkî - Elıkî) Kürt aşiretinin yardımları ve askerî desteğiyle Kürdistan’da önemli bir güç haline gelen İmadü’d-Din, 1141 yılında Amid ve Hani kalelerini kuşattı. Artukoğulları, elden bırakmak istemediği bu kaleler için büyük mücadele verip Harput Emîri Davud’tan yardım aldılarsa da Zengîler karşısında yenilgiye uğradılar.
<br />İmadü’d-Din’in bu zaferi, Artukoğulları’nın artık Zengiler açısından bir tehlike teşkil etmemesi anlamına geldi ve nitekim o tarihten sonra Zengîler, daha çok teşkilatlanma üzerine yoğunlaştılar. Kürdistan’ın çeşitli yerlerine kurdukları medreseler ile Kürt sanat tarihi ve mimarîsi açısından önemli yapıtlar inşaa eden Zengîler, bir süre sonra Haçlıların kontrolündeki kalelere saldırmaya başladılar. 1144 yılında Esârib kalesinin kuşatılmasıyla başlayan bu süreç, kısa sürede Suruç ve Harran gibi önemli merkezleri de içine aldı. Nitekim, Xalfetî (Halfeti), Biradcık (Birecik) ve Urfa’yı elinde tutan Haçlılar, onun kuşatması karşısında hiçbir şey yapamadılar ve Ermenilerin yardım etmesi üzerine şehri teslim ettiler. Birçok mimarî düzenlemeye gidilen Urfa’da, bu dönemde birçok kilise camiye çevrildi. Halen Urfa Ulu Camii ve Saat Kulesi bu yapıların ayakta kalanlarındandır.
<br />Kürt kimliğinden çok İslam kimliği ile bilinen Zengîlerin kurucusu İmadü’d-Din, son seferini Beşnawî Kürtleri’nin egemenliğindeki Finik’e (Şırnak, Güçlükonak) yaptı. Burada bir muhafız tarafından öldürülünce, Zengîlerin egemenlik alanı oğulları Nureddîn Mehmûd ve Seyfeddîn Gazî arasında bölündü. Nureddin Mehmûd, batıda kalan egemenlik alanını Halep’ten yönetirken, Seyfeddîn Gazî, El-Cezîre’ye hakim oldu ve Musul’u başkent ilan etti. Seyfeddîn Gazî’nin 1148′de ölmesi üzerine ağabeyi Kudbeddîn idarenin başına geçti ve Nureddîn Mahmud ile birlikte davranarak Haçlılar’dan sırasıyla Antakya, Herim, Famiye, Irka ve Cebele kalelerini aldı. Bu sırada Nûreddîn Mehmûd’un ordusunda Haçlılar karşısında büyük zaferler elde eden Şêrkûh ve yeğeni Selahaddin ise dikkat çekiyordu. Başarılarından dolayı Mısır’a gönderilen ve 1171′de Fatımîlere, Mehmûd’un emriyle son veren bu iki Kürt, ilerde Eyyübîler Devleti’nin kurucuları olacak ve aynı zamanda Zengî hakimiyetine de son verecekti.
<br />Kısa bir süre sonra Kutbeddin de ölünce oğulları arasında anlaşmazlık çıktı. Duruma el koyan Nûreddîn Mehmûd, II. Seyfeddîn’e Musul’u, II. İmadeddin’e de yine bir Kürt bölgesi olan Sincar’ı verdi; geriye kalan Nusaybin ve Habur’u ise kendi topraklarına kattı. Bununla da yetinmeyerek Anadolu’ya doğru yaklaştı ve Türk hükümdarı II. Kılıçarslan’ın elindeki bazı yerleri aldı. Bu esnada Bağdat’ta bulunan Abbasî halifesi, Nureddîn Mehmûd’un Musul, El-Cezire, Hewlêra (Erbil), Xilat (Ahlat), Suriye, Mısır ve Konya hükümdarlığını tasdik ettiğini bildirdi. Fakat çok geçmeden 1174′te NureddÎn Mehmûd, Şam’da vefat etti. Bu sırada Mehmûd’un kurmayları tarafından tahta geçirilen 11 yaşındaki oğlu Melik-üs Salih İsmail, babasının topraklarının neredeyse tümünü Selahaddin-i Eyyûbî’ye kaptırdı. Bu sırada II. Seyfeddîn, anlaşmazlık öncesi kendisinin yönetiminde bulunan Harran, Nusaybin, Urfa, Habur ve Suruç gibi şehirleri geri aldı. Önceleri, Dımaşk (Şam) emirlerinin davetine uymadıysa da Selahaddin’in Şam ve çevresini yönetimine katması üzerine 1176′da Selâhaddin üzerine sefere çıktı ve yapılan savaşı kaybederek kısa bir süre sonra öldü. Bu tarihten sonra varisler tarafından bir türlü bölüşülemeyen devlet yıkılma sürecine girdi ve 1223′te Nasıreddîn Mehmûd’un ölmesi ile son kale olan Musul’daki egemenlik de sona ermiş oldu.
<br />Günümüzde de varlıklarını sürdüren Kürt Zengan Aşireti’nin kurmuş olduğu devletlerden Zengî Hükümdarlığı, yönetim ve hakimiyet alanında baskın oranda Kürtlerin olması açısından Kürt devleti olmasına rağmen, dönemindeki bütün hükümdarlıklar gibi resmi dil olarak Arapça’yı kullanmışlardı. Daha çok Kürdistan’da imara yönelik çalışmalarıyla iz bırakan Zengîler döneminde, Kürt mimarîsi ve sanat tarihi adına şu yapıtlar dikkat çekmektedir: El-Atika Medresesi, Musul Ulu Camii (Cami-i Nûri) Dımaşk İç Kalesi, Bab-ül Ferec, Dâr-ül-Adl, Dâr-ül-Hadîs, Mâristan, Medrest-ül-İzziyye, Medreset-ül-Nûriyye, Kâhiriyye, Musul’daki Pirra Köprüsü.
<br />Zend Kürd Hanedanlığı:
<br />Safevi Hanedanlığı’nın Çaldıran Savaşı’ndan sonra zayıflayarak devrilmesi ve Nadir Şah’ın 1736′da zor yoluyla Pers ülkesinin başına geçmesi, Kürtler için yeni ve acı tecrübeler getirdi. Dokuz yıllık diktatörlüğünde Nadir Şah, büyük askeri
<br />seferlerde Kürtleri bir kalkan olarak kullandı ve Kürt yurdunun büyük bir yıkım ve can kaybına uğramasına, Osmalıya karşı geliştirdiği saldırılar sürekli olarak Kürtlerin yerinden edilmesine sebep oldu.
<br /><a id="more-196"></a>
<br />Osmanlı’nın Kürtlerle iyi ilişkiler içerisine girmesi Şah’ın Kürtlere karşı sert tedbirler uygulanmasını beraberinde getirdi. Bu tedbirler arasında Kürt birliğini bozmak ve aşiretler arasında sorunlar yaratmanın dışında, İran’ın doğu sınırlarını Türkmen saldırılarına karşı korumak bahanesiyle 18 bin Kürt ailesinin Horosan’a göç etmeye zorlanması vardı.
<br />Nadir Şah’ın 1747′de ölmesinin ardından gelen karışıklık ve düzensizlik döneminde, başarılı bir Kürt lider olan Kerîmxan Zend başa geçti ve 1750 ile 1779 yılları arasında İran’ı yönetti. 1750′de Şiraz’ı ele geçiren Zend, bağımsızlığını, burayı ‘kutsal ve adaletli ülkesinin’ başkenti ilan ederek duyurdu ve aradından bütün Fars topraklarını alarak Loristan’daki Kürt Bahtiyarilerin de egemenliğine son verdi. Ülke otuz yıla yakın yeni bir inşaadan geçti. Müzik, resim, mimarî ve edebiyatta müthiş ilerlemeler yaşandı. Şiraz, Firûzabad ve İsfahan gibi şehirler onarılarak birçok kervansaray yaptırıldı. Kerimxan Zend’in aydın ve merhametli bir lider olması, selefi Nadir Şah’ın vahşiliği ve kan dökücülüğünün ardından çokça ihtiyaç duyulan huzuru ülkede hakîm kıldıysa da 1779′da ölümüyle karışıklık tekrar başladı. Zend hanedanlığı bir müddet sonra ikiye bölünerek Kerimxan Zend’in kardeşleri ve oğulları tarafından yönetildi. Sırasıyla ülkeyi, Ebul Feth Xan, Eli Miraz Xan, Mihemed Eli Xan, Sadiq Xan Zendî, Eli Miraz Xan (tekrar), Cafer Xan, Litf Eli Xan yönetti ve ülke Kacarlar ile girdiği mücadeleler sonrası zayıflayarak 1794 yılında ortadan kaldırıldı.Kürtler için otuz yıllık bu egemenlik müthiş bir ferahlık getirmişti fakat Kürt Zend Hanedanlığı’nın ortadan kaldırılması yeni bir yıkımın başlangıcı oldu çünkü Zendlere son veren Kacarlar, tüm Zend aşiretini ve ve onlarla işbirliği yapmış Kürt aşiretlerini cezalandırmak için onları katletmeye başladı. Yaklaşık yüz yılı bulan bu sistemli katliamlar bir noktadan sonra Kerimxan’ı destekleyen aşiretlerle sınırlı kalmayarak diğer Kürtlerin de katliamını getirdi. Nitekim, Zend aşiretiyle geçmişten husumeti bulunan Erdelan ve Mukrî bölgelerindeki aşiretler de bu katliamlardan nasibini aldı ve Kürtlerin en eski beyliği olan Erdelan Beyliği’ne 1867′de son verildi, Mukrî bölgesindeki Babanlar ise bir kaç yıl sonra aynı kaderi paylaştılar.
<br />kurdistanhttp://www.blogger.com/profile/03252987876270752497noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5633574516346445921.post-59657448245332754622007-11-24T04:54:00.000-08:002007-11-24T05:06:13.170-08:00DIRENIS ÖLÜMÜNE KÜRDISTAN ve BASKAN APONUN ÖZGÜRLÜGÜ ICIN ÖLÜMÜNE DIRENIS<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJ0Bb3sv81QHhn7Z7ZrjSv2r3zn3NAry4B9p8KcYKobgIjyvsEdk8wAIwcLzwy9_wq6ldyKzmGJAv_DKz5BJHx-r884B0qwJ88c-EOdyi8AId5yJG74BroHuToOBwgUuXB-VPfI3SVmBxw/s1600-h/kurdistan.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5136390179219629986" style="CURSOR: hand" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJ0Bb3sv81QHhn7Z7ZrjSv2r3zn3NAry4B9p8KcYKobgIjyvsEdk8wAIwcLzwy9_wq6ldyKzmGJAv_DKz5BJHx-r884B0qwJ88c-EOdyi8AId5yJG74BroHuToOBwgUuXB-VPfI3SVmBxw/s400/kurdistan.jpg" border="0" /></a> İhanet tarihi belki bize bir Hz. Ali ruhunu canlandırma imkanını vermedi; fakat direniş tarihi, binlerce yıl önce Demirci Kawa’nın tutuşturduğu, sönmeye yüz tutmuş ateşi canlandıran çağdaş Kawa’ların ateşini daha da gürleştirmeyi, yani insanlığı sarsmayı, insanlığı yeniden canlandırmayı bu gün bize emrediyor. Bizi buna duygularımız, ruhumuz emrediyor! Bizi buna tarih bilincimiz, bize hayvanlaşmayı reva gören düşmanlarımıza olan kinimiz, öfkemiz zorluyor. Bizi buna Başkan Apo’nun, insanlık ideolojisinin bizde yarattığı yaşam heyecanı zorluyor! Bizi buna, halkımızın, ezilen-ilerici insanlığın çağdaş moral önderliğine sahip çıkma, ulusal insani sorumluluk duygularımız zorluyor. Bizi buna dünya gericiliğine karşı kazanacağımız zafere olan inancımızın heyecanı zorluyor. Her şeye rağmen; bizi buna düşmanlarımızla bile herkesten daha çok barış içinde, birlikte kardeşçe, eşit ve özgürce, yani insanca yaşama özlem ve hasreti içinde olan tüm yaşamını bunu gerçekleştirme mücadelesine adıyarak ölümsüzleşen baş öğretmenimiz, baş eğitmenimiz, baş kumandanımız; yaşarken efsaneleşen, efsaneleşerek mit’leşen ulusal önderimiz Başkan Apo’nun bizde yaratmış olduğu moral, coşku, mücadele ve yaşam heyecanı, tutkusu zorluyor! Bizi buna, önderliğimizin şahsında en üst düzeyde yaşatılan Apocu ruhla bütünleşme tutkusu, aşkı zorluyor. Bizi buna tüm değerlerimizin bileşkesi olan Başkan Apo’ya bağlılığımız zorluyor’<br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiHOscVUqeJCAvTk4C3hJwMl9XCXbXptHbTWDpwbwdRbJzfZvJSe0hVCqw_qkzqVKqrW_RsZMUL5Cfjt2P4ar5SEBrfrmaPuK7-O54VxSKZ2mPD8-uAOrzpCcMmE0Zd1CcTZYo_PcZn9K-D/s1600-h/Dilbirin[1].jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5136390183514597298" style="CURSOR: hand" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiHOscVUqeJCAvTk4C3hJwMl9XCXbXptHbTWDpwbwdRbJzfZvJSe0hVCqw_qkzqVKqrW_RsZMUL5Cfjt2P4ar5SEBrfrmaPuK7-O54VxSKZ2mPD8-uAOrzpCcMmE0Zd1CcTZYo_PcZn9K-D/s400/Dilbirin%5B1%5D.jpg" border="0" /></a> “Ahmet Yıldırım ve Remzi Akkuş ( Tayhan ve Jéhat ) Yoldaşların Anısına Tayhan yoldaşın şahadeti ve eylemi onurlu bir yaşam yolunu açan bir eylemdir. Kendilerini yakma eylemleri büyük bir eylemdir. Kendilerini yakma eylemleri büyük bir kahramanlıktır. Bu kahramanlılarıyla partiye, şehitlere, önderliğe ve halka verdikleri sözü en görkemli biçimiyle tutmuşlardır. Her ne kadar kendilerini yakma eylemlerini tasvip etmesek de devrimin zorluklarını hafifletmek amacıyla arkadaşlarımızın attıkları bu adımı anlayışla karşılıyor, onların vasiyetlerini yerine getirmek zorunluluğunu an be an temel görevimiz olarak gördüğümüzü belirtiyoruz. Tayhan ve Jéhat yoldaşlarımız önderlik etrafında alevden bir savunma çemberi oluşturmakla kalmamış, onunla birlikte halkın ve devrimin zorluklarını hafifletmiş olsa bile özgürlük için mücadele veren bizlerin görev sorumluluklarını daha da ağırlaştırmıştır. Tayhan ve Jéhat arkadaşlarımızı bir kez daha saygıyla anıyoruz, partimizin bu görev militanlarına bu vesileyle halkımızın özgürlüğüne olan bağlılığımızı bir kez daha dile getirerek Bağımsız Devletler Topluluğun’da yaşayan yurtsever halkımızı da bu eylemin ağırlığını hissederek gereklerini yerine getirmeye davet ediyorum.Selam ve saygılarımla”<br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipgXTd4ORawO5TxQU7yxEWVySaXkakjFP7RXUmogZPAVll1BT8y8bACnYPTACstZmaR9_APFSydmOLwLRwGZNdhOKI_wU60jwLNx3T6e62sIxbVnxvRqSSZgRhP7Nu-l7G1fBB4G58KGP7/s1600-h/KURdistan[1].jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5136390187809564610" style="CURSOR: hand" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEipgXTd4ORawO5TxQU7yxEWVySaXkakjFP7RXUmogZPAVll1BT8y8bACnYPTACstZmaR9_APFSydmOLwLRwGZNdhOKI_wU60jwLNx3T6e62sIxbVnxvRqSSZgRhP7Nu-l7G1fBB4G58KGP7/s400/KURdistan%5B1%5D.jpg" border="0" /></a> Devlet çözüm mü istiyor tasfiye mi? PKK’yi bitireceğim iddiasıyla hareket eden Türk devleti yetkilileri, 1998 yılına gelindiğinde ne Türkiye sınırları dahilinde nede sınır ötesine düzenlediği operasyonlardan istediği sonucu alamadığını gördü. Kürt sorununun şiddet dayalı askeri yöntemlerle çözümünde ısrar eden ‘Şahinler’ kanadını zayıflatan bu durum, siyasal ve barışçıl yöntemlerle Kürt sorununun çözümünden yana olan ‘güvercinler’ kanadının elini güçlendirdi. Bundan cesaret alan bazı kesimler, 1993 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın başlattığı, uzlaşmaya dayalı çözüm arayışlarına yeniden girdiler.<br /><div> Bitirme politikası sonuçsuz</div><div> PKK gerillalarının 1997 yılında Karadeniz, Akdeniz ve İç Anadolu bölgelerine yayılmaları, hatta bazı gerilla birimlerinin İzmir yakınlarında görüldüğü bilgilerinin gelmesi ‘Kürt sorununu bitireceğiz’ iddiasıyla 1994 yılında başlatılan topyekün savaş kararının sonuç almadığını ortaya çıkarıyordu. Kürt Özgürlük Hareketinin bitirilmesinin tam tersine gerilla güçleri bu dönemde Kuzey Kürdistan’da eylemliliklerini arttırırken, Gare ve Soran bölgeleri başta olmak üzere Güney Kürdistan’ın da derinliklerine kadar ulaşmışlardı. Askeri alanda bu gelişmelerin yaşandığı dönemde PKK’nin Avrupa sorumlusu olarak diplomatik çalışmalar yürüten KKK yürütme Konseyi Üyesi Şahin Cilo, siyasal ve diplomatik alana ilişkin olarak şunları anlatıyor; “Siyasal ve diplomatik çalışmalarda Türk devleti, bizim birçok kurumumuzu kapatmaya çalışmasına rağmen, kapatamadı. Bu Türk devletinin başarısızlığını, bizimde başarımızı gösteriyordu. Siyasal çalışmalarımız bu diplomatik çalışmalar sayesinde daha fazla güçlendi. Türk devletinin ‘94-‘95 yıllarında yürüttüğü konseptin başarıya ulaşmadığı sonucu ortaya çıkmıştı. Bunun önünü almak için Türk devleti yeni girişimlere başladı. Bu dönemde devletin birçok kurumundan uzlaşabileceğimize dair mesajlar gönderildi.” </div>kurdistanhttp://www.blogger.com/profile/03252987876270752497noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5633574516346445921.post-59307517395590915002007-11-11T03:45:00.000-08:002007-11-11T03:49:47.862-08:00ZERDÜSTLÜK ( MAZDAIZM )ZERDÜŞTÜN HAYATI<br />Babası pouruşasapa ve annesi dudhovadır.her ikiside iranın köklü ailelerinden gelmektedirler.her ikisindede dini inanca bağlılık olanca gelişkin olmnakla bertaber birikim yönünde kendilerini geliştirmiş.bire biretdiler özcesi iranın gelecekteki peygfamberi için doğru ebeveynlerdi,ve spitama üçüncüsü olmak üzere 5 oğlan çocukları oldu. Büyük hocanın gelişi ile ilintilik ihanetleri o çağdada antik iranın gündemindeydi. ari dünyasının tümü o zaman kargaşa içinde idi. kötülük denetimsiz sürmüş gerçeklik dünyayı bırakmış görünmekte zayıfların ezilmesi üst safada olan şeylerdi. doğal olarak bütün insanlar bu kargaşaya düzen getirecek bir kurtarıcıyı istekle bekliyordu. zerdüşt dünyaya gelmiştir ve anasınının rahmindeyken bile çocuk öyle bir ruhsal ışıkla aydınlanöıştırki anasının çevresindeki herşey parıltı ile aydınlanmıştır ve doğum yaklaştıkça ışığın parıltısı artmıştır.bütün ev ve çevresi görkemli bir yalım olmuştur sğitama dünyaya gelmiştir. (m.ö.570) çocuğa ailenin ünlü kurucusundan ötürü spitama adı verilir. kötüler onun doğumunu öğrenince titrer ve daha küçük bir çocuken onu öldürmeye kalkışırlar.ama başarılı olamamışlardır.babası neşelidir ve oğlundaki yüceliğin işaretlerini merak ediyordur. bütün tehlikelerden sakınmak için ailesi ile birlikte inzivaya çekilir. spitama düşüncelerini hemen gök yüzündeki şeylere çevirmiş dindart ve çok akllı bir babanın ellerinde o günlerin olağan eğitimlerini almıştır.15 yaşında yaratıcısı ile konuşmak için inzivaya çekilir.nereye gittiği ve neyaptığı tümü ile aydınlanmamıştır.ve zerdüşt (zarahuştla) 30 yaşında peygamberliğini ilan eder. zerdüşt doğduğu ülkede hiçte iyi karlanmamıştır.uzun zaman tek müridi amcasının oğlu maoghadır.12 yıl batı iranda rahiplik yaptıktan sonra doğduğu ili terk etmiştir.iranın doğusunda olan baktriya kentine gitmiştir.oranın kralı olan viştaspa onu kibarca karşılamış ve mesajına ilgi göstermiştir.zerdüşt kral ve saray halkının çeşitli mucizeler ortaya koymuştur.yavaşça ve korkusuzca ilan ettiği din kral ve halkı üzerine etki bırakmıştır. sonunda kral viştaspa zerdüştlük inancını açıkça kabul etmiştir.kral zerdüşt inanacın yayılmasında büyük çabalar göstermiştir. dinin iranda ve ülkelerde başlayan yayısı oldukça hızlı başlamıştır. ama bu kimi savaşlar ve mücadeleler olmadanda gerçekleşmemiştir.inancın oluşumu için 47 yıllık çok yorucu bir çabadan sonra peygamber 77 yaşında iranda vefat etmiştir.<br />İNANÇ VE İBADETLERİ<br />a)iran dinleri içerisinde tyek tabrı inancına yer vermesi bakımından en dikkat çekicisi zerdüştlüktür.bu din adını kurucusundan alır. bu dine dayandığı tek tanrı ahura mazdaya nispeten mazdaizmde denir.<br />b)zerdüşt irana tevhit inancını getirmiştir. onun getirdiği dinb tek tanrıya inanmak idi ondan önce iranlalır bir kısım tanrılara tapınmakta ve rahiplerin hazırladığı uyuşturucu içkiyi içmekle uygulanan haoma kültürünü devam ettirmekte idiler.<br />c)zerdüşt ahuramazdanın yanbında bulunan 6 baş melekten bahsetmiştir. bunlara kutsal ölümsüzler denir. bunlar;iyi akıl adalet ,ilahi irade ülkesi ,dindarlık mükemeliyet ve ölümsüzler şeklinde ahuramazdanın sıfatları ve fonksiyonları olarak inanılır.ahuramazda alemin tek tabrısıdır.alemdeki maddi manevi nizamı yaratan tahiat kanunlarını koyan ahuramazdadır.kötülüklerin kaynağı ehrimandır.<br />d)zerdüşt dininde ahuramazdaya inananların ruhları ölümden sonra muhakeme olur.o önce cin-vat köprüsünden geçecektir.bu köprü bu alemden ötekine götürür.dinsizler bu köprüyü geçemez ve cehheneme düşer.dindar kişi ise bu köprüden geçer cennete ulaşır.<br />e)diğer bir inmanç zerdüştten 3 bin yıl sonra ehrimanın gücü yok olarak ve hak ibadet dünyaya ulaşacaktır.daha sonra dere kenarında yaşayan bir kadına zerdüştün tohumu verilecek kadın gebe kalacak ve saoşyat denilen kurtarıcı dünyaya gelecektir:adalet bu kurtarıcı tarafındab kurulacaktır.sonra ölülerin doğması başlayacaktır.ilk insan gayamartın kemikleri hayat kazanarak bütün ölüler tekrar vücutlarına kavuşacak ve bir yerde toplanacaktır.iyiler kötüler eyırtılacak kötüler ateş ırmağından geçecek ateş kötülükleri temizleyecek ve şeytanla bütünleşenler hariç herkes ahura mazdanın ülkesine gidecektir.<br />f)zerdüştten önce deva denilen ehrimenın avanesi olan şeytanlara onları yatıştırmak üzere kurban kesilirdi.onlar kurbanlardan çıkan buğu ile beslendiklerine inanılırdı.böylece onlarda ibadet etmişl olurlardı.zerdüştün kurban kesimi ile mücadelesi sebebe dayanır.zerdüşt sığır etini yemeyide yasaklamıştı.g)günah insanı kötü güçlerin esiri yapar.zerdüştlükte doğru yaşama ahlaki emirlere uyma esastır.ahlaki emirler; iyi düşünce,iyi söz,iyi iş diye özetlenir.fakirlere cömert davranma ,yabancılara misafir perverlilk ,bütün lekelerde uzak kalma,toprağı sürme,sığırlara bakma. temiz hayvanları özellikle köpekleri öldürmek büyük günahtır.zina yasaktır.bazı acinsi konular ve ölü bedenine dokunmak kirlenmeye yol açar özel ainler gerektirir.doğurganlık esastır.döllemeyi ve çiftleşmeyi önleme kesinlikle yasaktır.<br />h)zerdüşt dini inancına göre kadın ve erkeği bir aradave birbirlerine arkadaş yaratmıştır.arkadaşlar arasında eşitliği temel alan bu inançta kadın ve erkek eşit kabul edilmektedir.zerdüşt kadınların evlerinde çcuklşarın anası olması çocuklarını yetiştirmede ve onları iyilikler ile yurtseverlikleri aşılamada en etkin kimse olduğunu belirtir. ZERDÜŞTLÜKTE ATEŞ<br />Ateş zerdüşt dini inancı tarafından kutsal olarak kabul edilir.ateş zerdüştizmde çok önemli bir yere sahiptir.avestaya göre tanrı ahuramazdanın ruha ve oğludur. Esas olarak ateşe üç anlam veriliyordu. yada bu anlamlarda ateş kullanılıyordu.ateşin başlangıcı ev ateşi yani ocak ateşi kabul ediliyordu. ikincisi kurbat ateşi olup bu ateş devamlı yana ve kötülükleri uzaklaştırandır.üçüncüsü halk topluluklarınca meydanlarda yakılan ve etrafında eğlenilen ve aynı zamanda ateşle temasa geçerek veya içinden geç.erek suç ve günah işlemiş olanlar kime karşısuç veya günah işlemişse onun yakacağı ateşten geçerek kendini temize çıkarması ve suçunu afettirmesi yani kendisini suçsuz ve günahsız olduğunu ıspatlaması gelenek bakımından önemliydi. bu inanca göre atş sadece suç ve günahlardan arındırıp temizleyen yetkisini dışıda ilahi güç,kuvvet ve kudret veren bir kaynak olarak görülür.çünkü ateşin tanrı ahuramazdanın oğlu olarak inanılmasının yanında insanların ruhlarınında ateşten geldiği ve ölümden sonra da ruhun yapılmş olduğu ateşin çekileceği ve onunla birleşeceğine inanılmaktadır. zerdüştlüğe göre yeryüzündeki her türlü canlı yada cansızda ateş vardır. insanda hayavanda bitkilerde,gökte ve yerde bu ateşi değişik zaman ve durumlarda görmek mümkündür. KOZMOLOJİ<br />ve ondan tüm varlıkları yarattı.varlıkları yaratınca onkları gövdesinde taşıdı.böylece devamlı olarak çoğalıp büyüdü,ve herşey giderek güzelleşti,ve sonra diğerlerini birbiri ardına gövdesinde yaratmaya başladı.kafasından göğü ayaklarından yeri suları gözyaşlarından bitkileri tüylerinden ve ateşi kendi anlamından yarattı.burada esas olarak anlatılmak istenen tanrının kendisi ahuramazda olduğudur.böylece uzayda görünen herşey tanrının organları ve parçasıdır. KİTABI<br />zerdüştten sonra çok tanrılı inançlar yayılmışsada ona nispet edilen kutsal gathalar iranda etkisini sürdürmüştür.avesta eski iranın ve bugün hindistanda yaşayan iran asıllı parsilerin ve diğer zerdüşt inancını kabul edenlerin kutsal kitabıdır.dili pehlevice ve kürtçedir. avesta şu bölümden olşur;dini töende okunan ilahiler,zerdüştün gathaları bu bölümdedir.gathalar avestanın eski metin ve kısımlarıdır.zerdüştün sözleri sayılır. GÜNÜMÜZDE ZERDÜŞTLÜK<br />zerdüştler günümüzde dünya zerdüştler birliği adı altında örgütlenmiş olmakla beraber,hindistan,abd,pakistan,ingiltere,kanada,gibi ülkelerde yerel toplulukları bir arada toplayan örgütlenmelere gitmişlerdir,ve bu ülkelerde tapınaklarıda mevcuttur. zerdüştilerin saysısı bugün kırk bini iran yüzbini hindastanda olmak üzere yaklaşık ikiyüzbin kadar olup geriye büyük kalan bölümü ingiltere abd kanadada yaşamaktadır(bir milyona yakın kitleleri vardır)kurdistanhttp://www.blogger.com/profile/03252987876270752497noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5633574516346445921.post-59113219751398639722007-10-13T08:20:00.000-07:002007-10-13T08:21:06.663-07:00SÜRGÜN EDILENLERHÜSEYİN PAŞA'NIN SÜRGÜNÜ<a class="small" href="http://www.welatparez.com/tr/dep/forum/index.php?t=tree&&th=14869&goto=42903">is a reply to message #42903</a> ]<br /><br />Mon, 16 January 2006 18:41<a href="http://www.welatparez.com/tr/dep/forum/index.php?t=tree&&th=14869&mid=43019"></a><a href="http://www.welatparez.com/tr/dep/forum/index.php?t=tree&&th=14869&mid=43021"></a> HÜSEYİN PASA'NIN SÜRGÜNÜHüseyin Paşa ve çocukları; Abdullah, Salih, Yusuf, Afit, Nadir, Haydar ve Mustafa'yı da aileleriyle birlikte Van ve Adilcevaz'dan,Patnos,Ağrı, Erzurum, Bayburt güzergahından Trabzon'a, oradan da vapurla İstanbul'a sevk ettiler.Sürgünzedelerin hepside Şeyh Said İsyanı'na iştirak etmemiş, yörelerinde nüfuz sahibi, Aşiret Reisi ve şeyhlerden oluşmaktaydı. Sürgünle halkı harekete geçirebilecek irade hedeflenmişti. Bu sürgün kafilesinde Hüseyin Paşa ve ailesinden başka, Şeyh Fehim'e Arvasi ile oğlu Abdülbaki Arvasi, Şeyh Masum Efendi, Gevaş müftüsü Hasan Efendi, Küfencizade Şeyh Abdülbaki Efendi, Şeyh Hami Paşa’nın oğlu Abdullah Efendi, Bruki Aşireti'nin ağaları (Kinyas kartal ve akrabaları), Ademanlı Ahmed'e Bra-him Ağa, éli Beg'é Mirze Ağa ve daha pek çok kişi aileleriyle birlikte yer aldılar. ,-—Üstad Bediiüszaman Said'i Nursi; Hüseyin Pasa'nın, Şeyh Said Ayaklanmasına iştirak etmesine fetva vermemesinin müka-fatını(!) sürgünle aldı. Sürgün kafilesi hareket etmeden az önce Kör Hüseyin Pasa'nın oğlu Haydar Bey'e,"Babana söyle, bu bize yapılan işin ve muamelenin sevabını istemesin, inşallah Sahabe-i Kiram'ın emrini alır. Ben beydim, ağa idim demesin, çalışsın, ırgatlık etsin. Amelelik etsin. Ekmeğini çıkarsın, kimseye muhtaç olmasın." demekteydi. Artık bu saatten sonra ancak böyle bir öneride bulunabilirdi.Sürgün yolculuğunda Hasankale’de kendisine ikram edilen bir tas yoğurdu yiyememesini şu sözcüklerle açıklamaktaydı; "Nasıl yiyebilirim ki, şu yaşadığımız zaman ve zeminde, maruz kaldığımız dehşetli manevi musibet, ümmet-i Muhammed'e cehennem ateşinden daha yakıcıdır.”Ama artık çok geç kalınmıştı. 1928 de çıkarılan afla sür-günzedelerin hepsi geri dönecek, ama Bediüzzaman, Hüseyin Paşa ve Şeyh Fehim'e Arvasi memleketlerine bir daha dönemeyeceklerdi."Van'da yapılan sürgünler, gele gele sıra Bediüzzaman'a gelmişti. Evet, Hazret-i Üstad Bediüzzaman'da, hükümetin yaş kuru demeden giriştiği O zülumkarane sürgünlük hareketinin icraatını gaddarane, çok haksız ve zalimane görmüş, hatta bir ara buna kendi ihtiyariyle girmeme, boyun eğmeme yönünde bir tedbir düşünmüş, hududu, yani Iran hududuna geçmeyi de tasarlamıştır. Bu niyet ve tasarısı hakkında ki, tedbir ve düşünce evvela Van'1ı büyük alimlerden, özellikle Van Müftüsü Şeyh Enver tarafından gelmişti. Hazreti Üstad'da O tedbiri, bir ara makul karşılayarak mülahazasını yapmıştı. Bu mülahazayı talebe ve dostları olan diğer alimlere ve Van'ın ileri gelen zevatiyle de istişare etmişti, istişare ettiği kimseler içinde kardeşi Molla Abdulmecit Efendi'de vardı. Ancak O tasarı bir çok kimseler tarafından makkul ve isabetli karşılandığı halde, Üstadın kardeşi Molla Abdulmecit tarafından tasvip görmemiştir. ""Öz kardeşim ve en birinci ve yüksek ve fedakar talebem olan Abdulmecit’in Van'da güzel bir evi vardı, idaresi yerinde, hem muallim idi. Hizmet-i Kuraniye'nin daha revasşlı bir yeri olan hududa gitmeliyim için arzumun hilafına olarak teşebbüs edenlere, ictihadınca güya menfaatim için iştirak etmedi, rey vermedi. Güya ben hududa gitseydim, hem Hizmet-i Kur'aniye siyasetsiz, safi olmayacak, hem onu Van'dan çıkaracak idiler, diye iştirak etmedi. Maksadının aksiyle şevkatli bir tokat yedi. Hem Van'dan, hem O güzel evinden, hem memleketinden ayrıldı, Ergani'ye gitmeye mecbur oldu.""Vanlı Cemal Taylan anlatıyor (Son Sahitler-2 S.29)Şeyh Enver, sürgünlerin Van'da toplattırılmasına başlanmadan önce ve üstad Erek dağından Van'a getirilmeden bir akşam evvel iran'a geçti. Benim onun hizmetinde olduğumu bildikleri için, Şeyh Enver'in nerede olduğunu söylemem amacı ile, beni konuşturmak için, karakola götürüp bir hafta boyunca dayak, falaka ile işkence ettiler. Nihayet benden birşey alamayınca serbest bıraktılar. Karakoldan kurtulduğum gün, baktım sürgünler kafilesi yavaş yavaş hareket edip Van'dan çıkmaktadır. Üstad Bediüzzaman Hazretleriyle Van müftüsü Şeyh Masum Efendi'yi birlikte kelepcelemişlerdi. Onlar kafilenin en önünde gidiyorlardı. Takvimler 10 Şubat 1926 tarihini gösteriyordu. "-Kör Hüseyin Paşa'nın oğlu Haydar Süphandag sürgün olayı hakkında şunları anlatt'ı:"Biz Bediüzzaman'la birlikte İstanbul'a kadar getirildik" diye başlayan Haydar Süphandag sürgün hadisesi hakkında hatıralarını şöyle anlattı.Van valisi Osman Nuri Paşa, (1925-1926) şehirde sıkı emniyet tedbirleri aldırmıştı. Kış mevsimini de sürgüne yollamak için en uygun zaman olarak seçmişti.Seyda ile (Bediüzzaman) Van Müfütüsü Şeyh Mahsum Efendiyi be raber kelepçelemişlerdi... Van'dan çıkartılan kafilenin uzunluğu belki bir kilometreyi bulmuştu. Zamanın vasıtalarıyla bir harp hicreti halinde memleketlerinden gözyaşları içinde ayrılıyorlardı.Bir ara Van Müftüsü Şeyh Masum Efendi' nin kelepçelerden bilekleri sıkışmış, kan oturmuştu. Sıkışan bileklerinin azıcık gevşetilmesini muhafız Jandarmalardan rica etmesiyle birlikte, arkadan sırtına indirilen bir dipçik darbesinden mübarek zayıf, nahif yaşlı insan Masum Efendi yerlere, çamurların içine kapaklanmıştı. Bu acı ve merhametsiz manzara, tüm mazlum sürgün kafilesinin ciğerlerini sızlatmış, yüreklerini kanatmıştı.Az sonra kafilemiz bir çeşmeye ulaştı, Bediüzzaman Hazretleri bağlı olmayan sağ eliyle su alarak Şeyh Mahsum Efendi' nin yüzünü, gözünü ve başını yıkamış temizlemişti. Böylece sürgünler kafilesi yoluna devam ediyordu. Üç-dört gün Patnos'ta, bir gece Ağrı'da, bir hafta Erzurum'da kalmıştık. Erzurum'dan sonra, at arabasıyla yola devam ettik. Trabzon'da yirmi gün kadar bekledik. Trabzon'dan istanbul'a kadar gemi yolculuğumuz ise, bir hafta sürmüştü."Sonrasını Mehmet Bey anlatıyor;Paşa’y ı Antalya'ya, Nadir Bey'i Kayseri’ye, Salih Bey'i Balıkesir'e, Abdullah Bey'i, Afit ve Haydar'ı da Konya'ya iskan etmişlerdi.Paşa Antalya'dan dahiliye vekaletine (içişleri Bakanlığına) müracaat edip, çocuklarının da Antalya'ya gönderilmesini istemişti. Bakanlık, Salih Bey'in haricinde diğer çocuklarının Antalya'ya gelmelerine müsade etti.Bunun üzerine bizler iskan edildiğimiz vilayetlerden Antalya'ya gittik. Antalya'da bir kış kaldık. Orada sürgüne gönderilen pek çok aşiret reisi vardı. Sipki Aşireti Reisi Abdulmecit Bey, Ademan aşiretinden Ahmede Brahim Ağa, Ademanlı Ali Beg'é Mirze Ağa, Zilan aşireti reisi Resul Bey, Xoyti Aşireti Reisi Hacı Musa Bey ve daha pek çok aşiret reisi buradaydı.Ağalar bir araya gelip, durum değerlendirmesi yaptılar. Hepside sürgünle mağdur edildiklerinden, son derece aşağılayıcı bir şekilde sürgüne tabi tutulmalarından dolayı gurur-larının incindiğinden bahisle, bu uygulamaların vicdanı ve imanı olan hiç kimse tarafından kabul edilemeyeceğini söyle-mekteydiler.Gerçektende bu şahsiyetlerin hepside, kendi bölgelerin-de saygın ve nüfuzlu kişilerdi. T.C'nin uygulamalarına kar-şı nüfuslarını kullanıp, halkı harekete geçirebilecekleri endişesiyle yerlerinden, yurtlarından koparılıp, yüzlerce ki-lometre uzaklardaki batı şehirlerine iskana mahkum edilmiş-lerdi.Dillerine, kültürlerine yabancı oldukları bu şehirlerde çoğunun ailelerini de parçalayıp, aile fertlerinin her biri-ni başka şehirlere dağıtmaları da bu insanların eziyetle-rine eziyet katmıştı.Bu kabul edilemez duruma karşı, kış bitiminde Türkiye'den firar edip, Suriye'ye geçmeğe, oradan da Ağrı'ya başlamış olan direnişe katılmaya bir camide Kuran'a el basıp, yemin ettiler.Bahar geldiğin de memleketi terk edip gitmeleri gerekirken, Ademanlı Ahmedé Brahim Ağa naklini Kayseri'nin Pınarbaşı nahiyesine isteyip, Akrabalarıyla beraber gidip oraya yerleşti. Diğer Ağalar da Paşa'ya;-Maddi durumlarımız iyi değil, Türkiye'den çıkarsak ailelerimiz burada perişan olur. Belki de devlet ailelerimizi katleder, diyerek bu durumda daha önce verdikleri sözlerine bağ1ı kalamayacaklarını söylediler.Paşa baktı ki hiçbiri sözünün arkasında değil, O da, peki öyleyse o sözden vazgeçtik dedi. Daha sonra, Paşa, ben ve Nadir'i Kayseri'ye gönderdiler. Kayseri’de her birimize ev ve dükkan, Talas'ta da her birimize bir kaç dönümlük tarla verildi, buraya iskan edildik. Ama bu durumu hazmedemiyor-duk. Ortada kabul edilemeyecek bir haksızlık vardı. Kaderi-mize razı olamazdık, karşı çıkmalı ve direnmeliydik.Kararımızı verdik, Türkiye'den firar edip, Suriye'ye geçecektik. Bu amaçla çalışmalarımıza başladık. Tabii bu kolay olmadı, sürekli gözetim altındaydık, rehber, silah ve at gerekmekteydi. Evvela, tüfeklerimizi temin ettik, tüfek-leri evlerimiz de saklayamazdık. Eleşgirt'li Welo Hoca vasıta-sıyla, tüfeklerimizi caminin tabanına, tahtaların altına sakladık. Daha sonra atlarımızı temin ettik. 1928 yılının 2. ya da 3. aylarında atlarımıza binip firar ettik. Rehberi-miz Çerkez Bekir'di. Çerkez Bekir'in rehberliğinde babam Hüseyin Paşa, Xoyti Aşireti Reisi Hacı Musa Bey, ağabeyim Abdullah, kardeşlerim Yusuf, Nadir, Afit, yeğenim Süleyman (Abdullah Bey'in oğlu), Paşa'nın yeğeni Ahmed'é Zero Hatun'é Kayseri' den Maraş'a geçtik. Maraş'tan sonra da rehberliği-mizi yine Çerkez asıllı dayılarımız Şaban, Ramazan ve Veysi yaptılar.Bu arada, şunu söylemeliyim ki; bu kararı vermek kolay olmadı. Yaban ellerde yaş1ı analarımızı, gencecik eşlerimizi, küçük çocuklarımızı bırakıp, böyle bir eyleme yeltendik. Hacı Musa Bey ve Hüseyin Paşa, doksan yaşlarında iki ihtiyardı. Kayseri'den ayrılan bu kişilerden 12 yıl sonra, yalnızca, ben ve Nadir dönecektik. Bir gün bu anılarımız okunduğunda, bizlerin de bu halk için bir şeyler yaptığımız anlaşılır ve taktir edilirsek, bizler için en büyük onur bu olacaktır.Maraş'tan da rehberlerimiz vasıtasıyla Suriye hudutuna kadar geldik. Kayseri'den Suriye'ye 13 gecede varabildik. Suriye hududunda, Suriye tarafında bakkaliyesi olan Ermeni asıllı birisi geldi, Pasa'ya;-Pasa, hoş sefa geldiniz dedi. Paşa;-Bizim kim olduğumuzu nerden anladın? Beni daha önceden tanıyor muydun? diye sordu,-Bir kaç gündür trenle çok sayıda asker getirip sınıra yığdılar. Bütün hudut askerlerce kuşatılmış durumda, O nedenle firarınızdan haberdar oldum, dedi.Huduttan, Halep şehrine geçtik, Suriye'ye geçişimizin sebebi burada kurulmuş olan Kürt Hoybun Cemiyeti'ne katılmaktı. Halep'te Haco Ağa'nın yanına gittik. Paşa bir müddet Haco Ağa'nın evinde misafir kaldı. Sonra Amud'a gidip, Şeyh Bekir'in evinde kaldı. Buradan da Beyrut'a gitmek üzere Paşa, Hacı Musa Bey ve bizler Şam'a geçtik. Şam'da Abdurrahman Pasa'nın evine misafir olduk. O da Kürttü. Oradan da Beyrut'a Kamuran Bedirgxan Bey'le görüşmeye gittik.Kamuran Bedirxan Bey'le birlikte Suriye müstemleke (sömürge) komutanıyla görüşmeye gittik. Kamran Bey, Paşa'ya;-Sen Kürtçe söyle, ben Fransızca'ya çevireyim dedi, Paşa, Türkiye'de devletin, Kürt halkına karşı sürdürdüğü katliamlardan ve insanlık dışı uygulamalardan söz edip, kendilerinin de pek çok Kürt ailesi gibi memleketlerinden koparılarak, Batı Anadolu'da ki Türk illerine aileleri dahi bölünerek iskana mecbur kılındıklarını belirtti. Bu nedenle bu uygulamalara karşı Türkiye'den çıkıp, buraya Hoybun Cemiyeti'ne katılıp, Hoybun tarafından organize edilen Ağrı'daki direnişe destek vermek istediklerini belirtti. Bunu gerçekleştirmek için de "İran'a geçip, oradan, Ağrı direnişine fiilen katılmaktan başka çarelerinin kalmadığını anlattı. Fransız Komutan, Paşa'nın tüm anlattıklarını büyük bir ilgi ve anlayışla dinledi. Kendilerine hak verdiğini destek için de gereken çabayı göstereceğini belirtti .Fransız komutanla yapılan bu görüşme bizleri son derece memnun etmişti. Zira Fransızların desteği bu koşullarda, çok büyük önem arz etmekteydi. Ama öyle olmadı. Tam tersine Fransa da Ağrı Direnişinde, Direnişe destek vermek isteyenleri engelleyerek dolaylı olarak Türkiye'ye destek verdi. Oradan ayrılıp, Kürt Aşiret Reislerinden Trablus’ta Musa Beg'é Berazi, Hozan Beg'é Beraziyle de görüşüp, Haco Ağa'nın evine geri döndük. Hoybun Cemiyetine üye olduk. Beyrut ya da Mısır baskılı Fılqetıl dı Kürdiye dergisinde resimlerimiz neşredilip, görevlerimiz belirtilmiştir.kurdistanhttp://www.blogger.com/profile/03252987876270752497noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5633574516346445921.post-75855488401528493862007-10-13T07:59:00.000-07:002007-10-13T08:11:43.998-07:00ASIRETLERGÜNEY KURDISTAN<br />KERKÛKSerefbeyanî, Koraki, Emîrhanbeyi, Azîzbegi, Kahar, Nadirî, Delo, Camrizi, Pencankeşi, Kaşkehrizi, Tarkondveyzi, Kazaniye, Berzenci, Omermil, Tilşani, Zengene, Faris Aga, Rustem Aga, Cebbari, Leylani, Talabani, şuvan.<br />XANIQINSuremiri, Kelheri, Titik, Mamecan, Eyna, Anteri, Bacillan, Cumur, Kazanlu, Kahur, Geze, Sadeleguhta, Baramserkala, Palani, Zende, Muhammed, Salih Aga, Ulyan, Tahiran, Gani, Davude, Salihi, Şehbezini, Kakeyi, Keganlu, Beybanî, Zerguş, Hilanî, Feyli, Gevazi, Neyricî.<br />SILÊMANIHavrami, Havrami taht, Lihon, Merivani, Çengi, Caf, Haruni, Ismail, Azizî, Mikail, Reşobori, Terhani, Şatiri, Sadani, Badagi, Amola, Yusuf Cani, Nevrulî, Kemalî, Bezdenbahşi, Tavguzî, Peştmale, Biseri, Yariveysi, Şeyh, Ismalî, Isaî, Sofiyevend, Peşder, Babkeraga, Abbasmahmuduaga, Ismail Azizi, Hemavandi, Begazda, Reşavend, Remevand, Sefrevand, Sinebeser, Kafruşi, Piryayi, Cengi.<br />ERBILDezei, Piran, Guntula, Maman, Gerdi, Kura, Xoşnav, Aku, Zerari, Surçi, Ballik, biradost, Herki, Hillani.MUSILBuli, Bervaribala, Bervarrijir, Barzan, Zibari, Doski, Mezuri, Artuşi, Sendî, Geli, SabatoSILOPIHewêrî, Zêwkî, Spêrtî, Reşikan. Dêmanî: di vî milê avê de: Meman, Harûnan, Hesinan (jêrîn û jorîn) Ebasan, AlîyanBOTANHutan, Mîran, Alîkan, Dudêran, Dawûdîyan, Soran, Garisan. Şilit: Batûyan, Teyan, Xêrkan, Kiçan, Mûsereşan. - Kekan-Çolamerg-, Belikar-Çolamerg-, Hani-Hoşab-, Hüseyniye-Cizre-, Dahuri-Şırnak-, Şirbegi, Balyan-Hoyi-, Eyru-Baylan-, Atmanikan-Derben-Bedlîs-, Selifkan, Koçiyan, Duderi, Alikan, Teyan, Takuli,, Şekkak-Wan,Erzirom-, Zerzan, Penyaneş, Zeydan, Barkeşan, Kanerburuş, Şevilan, Musenan-Urmiye-, Şemsiki-Dizi-, Ertuş<br />DOĞU KURDISTAN<br />SUNEKumasi, Caf, Meddemi, Gulbahe, Şeyhismailî, Leh, Pişbişe, Tamaztusa, Guraga, Lala, Mahmudcebrail, Bayevend, Durac, Buraka, Sakur, Lurkalehker, Keygaşi, HararatMUKRIOcag, Sosani, Serdeşt, Vezne, BaneKIRMANŞAHSincabi-Mahideşt, Goran, Yusufyar, Ahmedi, Koyik, Gorgeş, Nirzehi, Peyravand, Kelher, Ahmedevend, Girendi Herundabad, Gernd, Pavepenc, Zengene, Hamavendi, Nanegul, Celalevend, ŞivankaregazalARDALANKelher, Sakiz, Teylegor, Gûlbahi, Şeyhismaili, Mendemi, Koşki, Cebraşi, Lek, Leylak, ŞemşiriAZERBEYCANCelali, Milan, Hadranlu, Reşvend, Seldûz, Lek, GerdeşariLORISTANHeftling Evlaki, Ehmedi, Bahtiyari, Durki, Çarling, Kanursi, Sehuni, Mahmudsala, Mamivend, Salaki, Dinaruni, Bavayi, Evrak, Canoki, Serdesir, Hanoki, Pişkuh, Deylefon, Silasta, Balageriveh, Pişetkuh, Amile, Feyli, Bacilan Dalavend, Sekevend, Bayranevend, Aliven, Rûşvend, Halilani, Celalevend, Dacivaned.<br />KUZEY KURDISTAN<br />HOZATAbbassan, Kirgan, Mirosan, Ferhadan, Zengan, Laçinan, Karabalan, Findan, Bahtiyaran, Mistan, Hoşan, Derikan, Şirtikan, Rutan, Dervişcemalan, Sarsaltikan, Aguçanan, Titekan .ÇIMIŞKEZEKKoçan, Şemkan, Raşikan, Kurmeşan, Ferhadan, Nenikan, Zekeran, Şekakan.OVACIKKalan, Keçelan, Balan, Briman, Abbasiyan, Kulikan, Seid Kemalan, Kevan Arslanan,, Maksudan, Pezkevran, Beytan, Holikan, Koçan, Şemkan, Reşikan, Aşuran ,Deman.PERTEKPilvakan, Keşkehoran, Mirzan, Halivan, Piran, Surkican, Şekakan, Kurmeşan, Sagman, Çarsancak, Celedor.SAXMANAbasan, Ferhadan, Dervişcemalan, Holikan, PilovenkanPULUMERKeçelan, Abasan, Arilan, Çarekan, Keman, Kureyşan, Bamasoran, Balan, Balaban, Lolan, Sisan, Şeyh Mahmedan, Şadan.MAZGERTBamasuran, Hormekan, Kulikan, Sandalan, Hiran, Ketan, Bamiran, Batan, Alan Keriman, Gulan, Gotan, Zûlfan, Demenan, Muran, Balikan, Girtan, Mistikan,Yusufan, Gevran, Millan, Şeyhbazan, Isolan, Şadan, Suran, Kureyşan, Şeyhan, Kudan, Haman, Şeyh Mahmedan.NAZMIYEŞemdinan, Porikan, Parçikan, Hurşidan, Kureyşan, Haydaran, Arelan, Karsanan, Lolan, Şeyhmahmadan, Alan, Hormakan, Maskan, Kumsuran.KIĞIZimeykan, Şavalan, Sadikan, Şevakan, Şeteran, Porikan, Maskan, Maksudan, Lertigan, Kureyşan, Kubetan, Kumsuran, Karsanan, Izolan, Hormekan, Canbegan, Bamasuran, Çekan, Çarekan, Gutan.<br />MALATYAAtma, Dirijan, Îzol, Piran, Sinamelli, Elhas, Kuracigan (Kürecik Aşireti), Balan, Gav.SIVASKoçgiri, Badilan, Saro, Bar, Garoa, Îbo, Zaza, Eski, Ginian, Çarekan, Şadian, Canbegan.KURUÇAYBerazi, Hormekan, Koçkir, Koziçan, Resullar, Şadyan.ERZINGANKureyşan, Pilvankan, Balaban.REFAHIYEŞadyan, Koçgiri, Hormekli.XALFETI-BERECUKPicanli, Şeyhanlu, Baziki, Ketkanli.URFA-CURNE REŞ-PÎRSUSBaziki, Alaattin, Şeyhanli, Karakeçili, Şedadi, Didan, Pijanli, Dinayi, Badilli, Gerger Îzol, Şeyhan, Canbek, Kavan, Benişat, Taman, Bejdeli, Badilli, Haltanlar, Ûbade, Mersavi Dûgerli, Beniyusuf, Beni Muhhammed, Naim, Siyale, Dagor, Cûmeyle.GIRE SOR- WERANŞARMilli, Bucak, Karavar, Karakeçi, Karahan, Dodikan, Advan, Şosbar, SeydiyanŞakiryan, Çuvan, Sihama, Naimanli, Şarabi, Hedirkanli.DERIK-MERDIN-STWER-KOSAR-GERCEWSMahalyan, Sorikan, Metinan, Lef, Helecan, Kikan, Mazidagi, Dara, Taşyan, Meşkinan, Hasdat, Mendikan, Mersini, Omerkan, Dekori, Bobilan, Milli, Kalender, Sûrgûcû, Omergan, Heverki, Temikan, Omeryan, Bubilan, Koçekan, Bekşori, Haverki.HAZEX-MIDYAD-CIZIRDekşuri, Hûveyirki, Alva, Hûverkan, Alyan, Omeka, Hasina, Alika, Mema, Haruna, Dudeyran, Îspirti, Kiçan, Hirikan, Heverei, Dudiran, Varto, Çamkari, Zevikan, Musareşan, Tayyan.AMED VE ÇEVRESISeydanli, Îzoli, Bekiran, Hevidan, Kulp, Hiyan, Kadikan, Dudiran, Adirya, Elmana, Mankaran, Zilan, Redikan, Alikan, Başhan, Emaletin, Arişo, Zebra, Badikan, Canbagi, Karakeçi, Baykan, Mirdis, Tûrkan, Zendan, Omerikan, Rutan, Kejan, Satyan, Koraman, Tebikan, Hadarani, Sorikan, Botan, Dodikan, Îzoban, Peçari, Çemikan, Şeyhbizi, Koran, Kûran, Zahora, Beşiri, Çuvan, Sarhuvan, Kolikan, Kikan, Hetvan, Geyran, Metinan.QUBI-SASON-XANAHEWEL-MISRIÇMusi, Hiyan, Sinson, Beleki, Bekiran, Budiran, Pencena, Memêziyan, Alikan, Reşkotan, Raman, Sinikan, Dudiran, Receban, Babusi, Pencinaran, Çirri, Atmani, Melefan, Malaşeref, Poran, Ran, Mahmud, Nelo, Şin, Mûrsel, Makso, Buban, Milan, Birikan, Celali, Adaman, Hayderan, Gûresun, Huyut, Teman, Şeko.MUŞ-MALAZGIR-GUMGUM-KOPHormet, Lolan, Lezgi, Çenken, Çerekli, Cibranli, Torini, Bekiranli, Sipkan, Çukur, Bekiran, Kulp, Hevidi, Hasanan, Sason, Raya, Elmanli, Bidiri, Şahlar, Beyler, Seydan, Huyut, Pat, Badikan, Celali, Hayderan<br />BITLISBeritan, Alikan, HeydaranWANMahmudan (Yezidi ), Dümbınan Boht (Yezidi), Mam Reşan (Hoşab), Bazuki (Erciş), Bıradost (Tirgever), Rujiki, Şikak; (Reşi, Baravi, Mendeki, Bele, Kürti yezidi.), (Şikak, Dakuri, Şevli, Ademi, Şemsiki, Mukri, Livi, Si -çariki ), Göçer (Celali); Korukçu, Korukçu uşağı, Kul Han, Kızılbaşoli, Kotan, Suran, Halikani, Cendi, Keçelani, Mısırkani, Seli Yetimi, Sakan, Barahkani, Duniyi, Dinikane, Keskul, Reki, Alo Mehbeli, Kulihani, Haso Halikan, Haso Keçelan, Budikan, Hase Suran Ertuşi, Hertoşi, Gevdan, Giravi, Zirki. Dünbli, Çarik, Hormik, Lolan-halti, Hati, Zaza) Haydaran, Sipiki, Hati, Cibranlı, HasenanGÜRPINARTayan, Zevki, Bruki.PATNOSSipkan, Hayderan, Asi, Memani, Merhuri, Torın, Akubi, Helki, Şeyh, Kérdizi, Atmaneki, Tırtopi ve CelaliIĞDIRGelu, Gelturan, Brukan, Xelkan, Mametkan ve ElumıhoÇOLEMBERGGoyan, Jirki, Kaşori, Gevdan, Mamhoran, Bûnyaniş, Ertuşi, Oramar, Dostki, Diri, Herki, Zevzan, Omaro.<br />KUYEZBATI KURDISTAN<br />Pijan, Alaatin, Elmendan, Gornison, Maaf, Kûran, Kilisan, Ketakan, Melşikan, Melkeş, Kalender, Berazi, Elverde, Velde, Apdale, Musaelsabir, Elberiş, Elbuvasi, Eldebil, Eldahir, Elmahdina, Zirva, Elhali, Hacaz, Meşhur, Aneze, Hirsa, Şeddai, Elfadle, Şammar, Cubur, Ebuasaf, Milli, Çeçen, Gerrade, Aduvan, Cunki, Sindi, Şerabi, Omerkan, Kikari, Mersini, Dakori, Tay, Dûbilan, Sitiya, Şamar, Pinarali, Arika, Heverkan, Dubilan, Miran, Beggare.<br /><a href="javascript:self.close()">Bigire</a>kurdistanhttp://www.blogger.com/profile/03252987876270752497noreply@blogger.com18tag:blogger.com,1999:blog-5633574516346445921.post-74563186772236380372007-10-13T07:54:00.000-07:002007-10-13T07:58:26.641-07:00BIR YAZARIN DILINDEN BERAZI ASIRETIŞanlıurfa’nın Birecik İlçesi’ne bağlı Mezra Beldesi Belediyesi’nde Yazı İşleri Müdürlüğü görevini yapan Bozkurt, aşiretlerle ilgili eksik çalışmalar yapıldığını ve çeşitli basın organlarında yayımlanan haberlerin de aşiret geleneklerinde gerçeği yansıtmadığı inancıyla araştırma yapmaya karar verdiğini söyledi. Kendisinin “Berazi” aşireti üyesi olduğunu ve 4 yıl süren araştırmasının sonucunda, okuyucuların Şanlıurfa’daki aşiret yapılarını daha yakından tanıma fırsatı bulacağını ifade eden Bozkurt, şunları söyledi: “Bugüne kadar aşiretler üzerine binlerce haber yayımlanmasına rağmen, gelenek, görenek, yaşam biçimi gibi özellikleri üzerine ciddi araştırma yapılmamıştır. Bu kitap, aşiretlerin kültürleri, gelenekleri üzerine yapılmış ilk araştırmadır. Türkiye’deki ve özellikle Şanlıurfa’da ağırlıklı olarak bulunan çeşitli aşiretlerin, Irak, Suriye, İran gibi ülkelerle bağlantılarını da çıkardım. Bugün dünya üzerindeki 3 bin dolayındaki aşiretin bin yıl öncesinde varolan 27 aşiretin dağılmasından oluştuğunu belirledim.” Reisin özellikleriAşiret reisi olacak kişinin, eski reise yakın aşiret ailelerden seçilememesi nedeniyle aşiretlerin bend, kabile, topluluk gibi çeşitli yapılardan ayrıldığını ifade eden Bozkurt, şöyle devam etti: “Aşiret reisi, tek başına karar veremez. Reis, arif, şeyh, molla,aşiret ihtiyar heyeti ile birlikte karar verir. Reis, adil, kahraman, namus, din, töre ve geleneklere aykırı davranışlarda bulunamaz, geçmişi temiz olan insanlardan seçilir. Bir aşiret reisi, toprak sahibi olamaz. Bu tarz bir reislik, toprak ağalığıdır. Aşiretler, toprak mülkiyetine dayanan ağalık sistemine düşman olmuşlardır. Reis, hiçbir aşiret üyesine ortakçı, amele, ırgat ve çeşitli şekillerde rızaalmadan kendi işinde çalıştıramaz. Reisin 18 direkli 36 metre uzunluğunda her gün üyelerine sıcak yemek verebileceği çadırı olmalıdır.” Aşiretteki yanlışıklarBozkurt, aşiretlerdeki “Şıhar” kavramından bahsederken de bunların aşiret edebiyatçıları ve şairler olduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Şıharlar, aşiretteki yanlışlıkları, eksiklikleri gidermek amacıyla türkü besteler ve gittiği her ortamda bunları sazıyla söyler. Aşiret reisi de olmak üzere kim hırsızlık, namussuzluk, hile, dolandırıcılık gibi yanlışlık yapmışsa, Şıharlar devreye girer ve o kişiyi diğer aşiretlerin düğünlerinde, türküleriyle yanlışlığını herkese anlatır. Bazı şıharlarda tamamen anonim şarkılar söyler. Şanlıurfa’da, bu alandaki son meşhurlar, başta İbrahim Tatlıses olmak üzere, Ayşe San, Şivan Perver, Kader Ketkenoğlu ve Celal Yarıcı’dır.”kurdistanhttp://www.blogger.com/profile/03252987876270752497noreply@blogger.com46tag:blogger.com,1999:blog-5633574516346445921.post-47560394247070054742007-07-11T06:54:00.000-07:002007-10-13T07:53:09.004-07:00barazi asiretiKardeşlerin 500 yıl sonraki buluşması<br /><br /><br />Şoreş Reşi<br /><br />Ertesi gün Xorasan Eyaletinin başkenti olan Meşhed kentine, kuyruğu yılan gibi sallanan bir uçakla uçtuk. Kuzeyinde dağlar, güneyinde ise 'Deşti Kevır' çölü uzanıyordu. Beş milyonluk şehrin nufusu, yazın, imam Rızanın (817 de öldürüldü) türbesini ziyarete gelenler nedeniyle daha da kalabalıklaşıyor ve dayanılmaz bir hava veriyordu. 45 dereceye varan sıcak, asfaltı eritecek derecede yumuşatıyor ve yansıyan hava insanın yüzünü ateş gibi yalıyordu. Bu şehirde 400 bin Kürdün yaşadığı söyleniyor ama nekadar doğru bilemiyorum. Sıkıcı şehir havasından bir an önce kendimi Kürtlerin yaşadığı dağlara, daha doğrusu Kürtlerin 'Kara Kutusuna' atmak istiyordum. Çünkü, burası dünyaya ve Kürtlere açılmayan bir kara kutudan farksızXorasan'ın anlamıDoğu Kürdistan'lı tarihçi Alan: " Kürtçe de Xor: güneş, -san: da yer belirttiğinden güneğin yeri anlamındadır" (1) diyor. Yöre Kürtleri de şöyle yorumluyor: " Xor= güneş, a-san= da hûlste, yani kalkış manasındadır. Güneşin kalktığı yer anlamına gelir" (2). Her iki yorumunda yakınlığı dikkat çekici. Babil dilinde Xorri 'mağara',Sümer diline göre de Xorri 'Dağlık Memleket' anlamına gelir. Bence, bunlara eklenilecek nokta; bu ismin bir de dinsel manasının olmasıdır.Yani Zerdüşt Peygamberle olan bağlantısıdır. Tarihçiler ve din üzerine araştırma yapanlar, Proto-Kürt olan Zerdüşt Peygamberin doğduğu, yaşadığı yer ve çağ konusunda hemfikir değiller. Hatta bazı kesimler üç tane Zerdüşt'ün ayrı zaman dilimlerinde yaşadığı fikrinde. Bununla ilgili olarak Dr. S. Bilgin şu bilgiyi aktarıyor:" İslami yazar Kazwini, müslümanların peygamberi olan Hz Muhammed'din bir hadisinde şöyle dediğini nakleder: ' Ermenistan ile Adarbaijan arasında Sabalan Dağı bulunur. Bu dağda bir peygamber gömülüdür. Bu dağın tepesinde uzun baharlar olur ve suları buz gibidir. Dağın yamaçlarındaki sıcak baharlar, halkı oraya çeker. Bu dağın tabanında yüce bir ağaç bulunur. Ağacın tabanında biten ottan dolayı hiç bir hayvan onun yakınından geçmek istemez. Yakınına geldiklerinde kaçmaya başlarlar. O nebatten yiyenler derhal ölürler. Adı geçen Sabalan dağını görmedim, ama benzer bir dağ/lar olan "Hezar Mecid" de olup bitenler çok ilgi çekici.Kavurucu sıcağın altında, baş başa vermiş dağların üzerlerinden ve aralarından dolana dolana, sıra dağlar olan Hezar Mecid'e öğlen vardık. Bu dağlar: Afganistan dan başlayan Sefid (Paropami) sıradağlarının bir devamı olarak İran ile Türkmenistan sınırından geçer. Hatta Hazar Denizinin güneyinden Palandöken Dağlarına kadar uzanabilir. İran'ın kuzeyindeki bu sıradağlara Hezar Mecid deniliyor; sanırım üç bin metreye yakın bir yükseklişi var. Bu dağın Kuzey Doğusunda bir duvar gibi Sistan dağları uzanır. Dağlar arasındaki avuç içi kadar olan birer düzlükte de Kürtler çadır kurmuş ve yaşam mücadelesi veriyor. Bu vahşi coğrafyanın doğusuna düşen Lain/Layin mıntıkasında geçen sene bir köyün tamamı sellere kapılarak yok olmuştu. Orada yaşayan aşiretlere Layini denilirken, güney kısmına da Reşi ve Bırıviler; batıya (Şaycan Dağı) da Qeremanlılar yerleşmiş.Halk arasında Hezar Mecid kutsal görülüyor. Her sene kurban götürüp orada kesiyorlar. Hastalarını oraya şifa; çocuğu olmayanlar çocuk için ve orayı ağlama duvarına döndürenlere fazlasıyla rastlanıyor. Devlette bilinçli olarak bunu teşvik ediyorÉ Halkın deyimi ile: "İmam Ali, Ruslara karşı savaşırken bu dağa gelip dinlenirmiş". Halbuki, İmam Ali'nin buraya geldiğini gösteren hiç bir tarihi kayıt ve delil bulunmuyor. Öyle ise bu kutsallık nereden kaynaklanmakta? Yukarıda aktardığımız öldürücü otun da burada bulunduğunu, yayıldığı alanın on hektarı geçmediğini ve Kürtçe isminin: "Axu" yani zehir anlamına geldiğini önemle belirtmem gerekir. Dağın etrafındaki kaynak sularında buz gibi olduğunu da yazarsam, Kazwini'nin aktarımı ile ne kadar çakıştığı görülecektir.Yaşlıların bu konudaki görüşleri de bayağı ilginç: Heci Baruyi (67) şöyle diyor: "Bu dağda bir evliya yaşarmış eskiden. "Kanıya Mıradan" (Murat Çeşmesi) dan su içermiş . Bu çeşmeye kim bir şey atar bir dilekte bulunursa, dileği yerine gelirmiş. Yazları burada hersene panayır olurmuş; Hındistan, Afganistan, Pakistan, Kurdistan'dan insanlar buraya gelirmişÉBu Axu sadece burada yetişir; hangi canlı yese hemen oracıkta ölür. Biz eskiden hamurla karıştrıp suya atardık, balıklar yiyince hepsi ölürdü ve bizde toplardık. İçini temizledikten sonra yerdikÉ"Hezar Mecid'in başında insanlar taşlardan çok büyük kuleler yapmışlar. Neredeyse her adım başında meterelerce yükseklikteki kuleler dikkat çekiyor. Oraya gelenlerden bunun manasını sordum. Bir kısmı: "Kutsal yer belli olsun"; bir kısmı:" Gelenek" diye yanıtladı. Ben bunların Sumer Zigurratları ile bir başlantısı olduğunu düşünüyorum. Bunun bir kanıtını Sümer yazıtlarında görmek mümkün: "Ev yapımında çok renkli taş kullanılırdı; en önemlisi de Mavi Zagina idi ki evlerin temeline ve heykellerin gözlerinde kullanılırdı. Bu taş güney Hazar Denizi ile Afganistan dan gelirdi. Bununla bağlantılı olarak Sümerlerin buradan geldiği sanılıyor.(6)" Genel olarak eldeki veriler ve yaşanan gelenekler gözönüne alındığında bu dağ/lar da Zerdüşt Peygamberin yaşadığı ve burada gömülü olduğu sonucu çıkabilir. Böyle değilse bile, Zerdüşt Peygamberin burada en azından yaşadığına dair kesin birşey iddia edilebilinir. Bunu S. Bilgin de şöyle yazıyor:" Zarathuştra dinini yaymak için gerekli ortamı ilk önceleri doğu İran da bulmuşÉ"(3). Böylece Xorasan isminin güneşle olan bağlantısı dahada fazla önem kazanıyor.Hezar Mecid'in eteklerindeki göçebe Seyidi (Milli) aşiretine bağlı obanın çadırlarında kaldık bir-kaç gece. Yataklarda donacak kadar hava soğudu. Her sabah güneş doğmadan kendimi dışarı atıyordum. Dışarısı daha sıcaktı. Bu dağlarda en çok yorulan kadınlar tek tek kalkmaya başlardı. Kimisi kuyudan su getirmeye, kimisi hayvanları yemlemeye, kimisi misafirler için çay demlemeye ve kimiside "Meşk" in hazırlıklarını yapıyordu. İlk defa görecektim. Heycanlandım ve film çekmek için izin aldıktan sonra işe koyuldum. Bir saate yakın süren bir uğraştan sonra kar beyazlığındaki yağ süzülerek bir tabağa konuldu. Bir avuç içi dolusu kadar da bir ekmek parçasının üzerine konularak bana uzatıldı. Oysa kokusu yetiyorduÉBirde burada yapılan başka tür bir yağdan bahsetmek gerekir: Bu yayıktan çıkarılan beyaz yaş büyük bir kapta kaynatılıyor. İyice sıvılaştıktan sonra soğumaya bırakılıyor. Soğuyunca bir kısmı sarı rengini alıyor ve Kürtçe deki adı: "Rune Zer" dir. Doktorların bunu ilaç yerine hastalarına tavsiye ettiklerini söylediler..Xorasan tarihiTürk tarihçileri ve Türk şövenistleri arasındaki kanıya göre Xorasan Türk yurdu ve oradan gelenler de Türk. Bu sav özelliklede bizim Kürt Alevileri arasında etkili oluyor ve bu insanlarımızın çoğu kendilerini Türk zannediyor. Bu kesinlikle yanlış bir anlayış. Xorasan'ın eski bir Kürt yurdu veya bir 'Arran-Ari' yurdu olduğunu söylemek mümkün. Bununla bağlantılı olarak Afganistan'ın eski isminin Aryana, MS 300 yılında Xorasan ve 1800 lerde de Afganistan olarak değiştiğini belirtmek gerekir.MÖ 4000 yılına ait dünya nüfusunun dağılım haritasına (4) baktığımızda Xorasan bölgesinde 200 bin kadar bir nüfüs dağılımı görülür. O zaman Kürdistan, Anadolu ve Mezopotomyadaki nüfüs oranı ise Hindistan ve Çin'den kat be kat fazla. Bu insan adacığının Türk olma ihtimali çok zayıf. Bunların Beluc, Afgan, İrani veya Kürt olması daha fazla ihtimal dahilinde. Hatta ülkesinden ve kabilesinden göçe zorlanmış olan Zerdüşt Peygamber ve onun inananları da olabilir. Bu savı " MÖ 3000 li yıllarda, şimdiki Hint ve İran halklarının ataları hala ortak bir yaşam sürdürüyorduÉ"(3) şeklindeki görüş de tasdikler niteliğinde. Yanlız ben, Hintlerin daha erken ayrıldığına inanıyorum." Zarathuşra aile kararıyla buradan sürgün edilmiş ve en sonunda kuzenleri olan Notarya ailesine sığınmak durumunda kalmıştır. Zarathuşra' nın tebliğ ettiği dinin en büyük destekçisi olan Viştaspa ailesi de Medya'nın Notarya mıntıkasından geri dönerek bu bölgeye yerleşti. Bu ailenin liderlerinden olan 'Tus i Nodaran' Tus şehrini kurdu." (3) Kürtlerin kurduğu bu şehrin ortasında kral veya kutsal rahiplerin içinde bulunduğu bir kale inşa edilmiş. Kalenin dört burcu hala ayakta. Kale duvarlarının etrafı su ile dolu olan bir hendek çeviriyor; şimdi yok tabi. Bu sudan sonra da, çok geniş bir alanı kaplayan ikinci bir sur çevrilmiş. Denildiğine göre bir tane daha sur varmış ama ben görmedim. Bugün, içine girilmesi yasak olan bu kaleye, orada bekçilik yapan bir Kürt'ün yardımı ile girdik. İçinde hala sır gibi duran epey bölüm var, ama en ilginç olanı: hapishane olarak bilineni ve gizli geçitti. Bence de hapishaneden çok, savaş anında kralın veya dini şahsiyetlerin saklandığı ve gerektiğinde gizli geçidi kullanarak kaçtığı bir bölüm idi. Burada da yaşlı emekçi beni şaşırttı. Bir oğlu üniversitede okuyormuş, çok bilinçli ve ulusal davadan haberi olan bir insandı. Her ne kadar bize güvenip görüşlerini açık açık söylemediysede, siyah bıyıklarının altındaki sıcak gülümsemeden kalbinin Apo için attığı belli oluyordu.Yaşamını Xorasan dağlarının yamaçlarında geçiren yaşlı Amca Xudeda (80) şunu anlatıyor: "Kürtler Xorasan'a beş bin yıl önce geldi. Bizim cedlerimiz böyle anlatırdı. Hezar Mecid Dağlarının doruklarında, Rudşan da, onların yaptığı evler, mağaralar ve yerleşim yerleri vardır."" Hazar Denizinin güneyindeki Hisar ve Turage tepelerindeki kazılardan MÖ 2000 yıllarına ait çıkan belgelerden Kürtlerin bu bölgede yerleşik olduğu anlaşılıyor (9)."Kürtlerin Xorasan'a gelişiKürtlerin Xorasan'a gelmeleri Arap, Asur ve Deniz kavimlerinin saldırıları döneminde yaşandı. Özellikle de Arapların Kürdistan'a ve Bereketli Hilal çevresine saldırmaları sonucu Kürtlerin belli bir kısmı, bugünkü Kuzeybatı Kürdistan'a geçmek zorunda kaldı.Hititler'in MÖ 1200 yılında Ege ve Akdeniz'den gelen deniz kavimleri tarafından yıkılmasından sonra da insanların dağlık bölgelere, özelikle de Xorasan'a gittiği öngörülüyor. Bugünkü Anadolu'da ve Kürdistan'ın batısında, Asur ve Deniz kavimlerinin arasında kalan Kürtler, Kafkaslar'a ve Xorasan'a gitti. Ben bunu, birinci göç olarak tanımlıyorum.M.Ö 843'ten kalma bir Asur tabletinde Kırmanşah sakinlerine Aryanlar denilmekte. Aryanlar buraya M.Ö 900'lerde Herat ve Meşhed Serans geçidinden gelmişler (5). İlk göçten bir kısmının tekrar döndüğü düşünebilinir. Med İmp. (MÖ 712- 550) döneminde de Kürtlerin burada olduğu biliniyor. Taberi, şunu aktarıyor: "Halife Ömer ile biri arasında şöyle bir diyalog geçer: Ömer: 'Keşke bizimle Xorasan arasında ateşten bir deniz olsaydı', der. Diğeri, bunun nedenini sorar. O da; 'Oradaki halk (Türk) bizim üzerimize geleceğine yöredeki halkın (Kürt) üzerine gider' (3)." der.Bu da Kürtlerin orada Müslümanlığın yayılmasından önce de yerleşik olduğunu gösterir. Buradaki Kürt ve Fars halkları, 720'ye kadar Araplara karşı direndi. Bu halklar Ömer ve Emeviler'den sınırsız bir zulüm gördü. Bu nedenle, özellikle de Kürtlerin bir kısmı Hindistan'a, bir kısmı da Sibirya içlerine kaçtı.İbn Xurdad, Xorasan'daki hükümdarların bir listesini verir ve onların ününden bahseder. "Xorasan prensi Baraz-Bandeh, Herat prensi Buşanc ve Badgise'dir. Bunlar "Barazan" ünvanını kullanıyordu." Bunun yorumlanması, üç şekilde olabilir:a- Bugünkü Kürtçe'de de Bırez=Sayın, hitaplarda özel isimlerden önce kullanılır.b- Berz= Büyük anlamında kullanılır.c- Berazi aşiretinden geliyor olabilirler, çünkü bölgede hala Berazi aşiretinin bir bölümü yaşıyor.Kürtlerin ve Farsların doğal korunma kalesi durumundaki Xorasan'ı, İslam orduları milyonlarca insanı katlettikten sonra alabildi. Çünkü Xorasan, Zerdüşt dininin, ilmin, müziğin ve felsefenin dünyaya yayıldığı önemli merkezlerden biriydi. İmam Ali dönemindeki bir isyanı Halid bin Kurra bastırır. Muaviye dönemindeki isyanı da ateş ve kanla Abdurrahman Bin Semure bastırdı.Eba Muslim XorasaniM.S. 715 yılında da Kuteybe Bin Muslim ortalığı kasıp kavurdu. Eba Muslim Xorasani de 745'te Xorasan'a gelir. Suriye'den geldiği için Arap olduğu iddia edilir, ama tarihi belgeler Eba'nın bir Azerbeycan Kürdü olduğunu bize gösteriyor. Bir de o dönem Suriye'nin önemli bir bölümünün Kürtlerin elinde olduğunu hatırlatmak gerekir. Eba M. Xorasani (M.S. 718-755), neredeyse Xorasan'ın ve oradaki Kürtlerin bir kahramanlık sembolü. Onun gücü ve cesareti oradaki insanların yüreğine işlenmiş. Bu Kürt kahramanı hakkında çok rivayet olduğunu hatırlatarak, Abbasi Şairi Ebu Delama'nın onun için yazdığını aktarmakla yetinelim:Ey Ebu Mucrim (Mêrkuj)!(Ey katil Eba)Te xwest îxanetê li Mansur bikî(Sen Mansur'a ihanet etmek istedin)Kalikên te Kurd jê xayin bûn(Senin Kürt ataların da hain idi)Te ez bi kuştine tirsandi didam(Sen, beni öldürmekle korkutuyordun)Lê, şerê mezin tu bi destên xweparçê kir(Ama, büyük savaş seni kendi ellerinleparçaladı)Eba'nın öncülüğündeki 24 Kürt aşireti Xorasan'dan Kerkük, Erbil ve Batı'ya doğru gelerek Emevi güçleriyle çarpıştı ve sonuçta Abbasiler'in iktidara gelmesi sağlandı. Abbasiler döneminde Kürtler sınırlı da olsa bir rahatlama dönemi yaşadı ve onlarca beylik meydana geldi. Ama Eba Muslim'in 754'te Ebu Cafer Mansuri tarafından katledilmesi üzerine, Xorasan'daki Kürtler yine ayaklandı ve güneye giden 24 aşiret Abbasiler'e karşı üç ay savaştı.Eba'nın intikamını almak için savaşan bu 24 aşiret yenilerek Mardin, Urfa, Malatya, Maraş ve Halep mıntıkasına çekilmek zorunda kalır. 1164 yılına kadar bu bölge ile Hama ve Humus arasında kalırlar. Bunların büyük bir çoğunluğu daha sonraları (1165) İç Anadolu bölgesine yerleşecektir.Xorasan'da kalanlar da milyonlarca kayıp verdikten sonra Abbasilerin eliyle Samsun-Canik'ten Adana'ya kadar olan bölgede Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki sınıra serpiştirilerek, İslamın kalkanı görevi verildi. Bunu, dönüş aşaması olarak adlandırabiliriz. Harun el-Reşit (786-809) döneminde Badıllı (125 aşiret), Şadi(18500 hane) ve Reşi (bu isim kesin değil, 75 aşiret) aşiret konfedarasyonları Kandahar, Mazenderan, Xorasan ve Secistan'dan getirilerek: Samsun-Canik ile Kayseri ve Adana-Sis arasında Bizanslılara karşı yerleştirildiTürkler, 1040 yılında Xorasan'a geldi. Rey şehrini tahrip ettikten sonra Kazvin'e geçtiler, ama orayı alamadılar. Ermenistan'a saldırdılar. Bu dönem, Kürt aşiretleri birleşerek Oğuzları yendi ve onları Azerbeycan'dan attı. Oğuzlar Xorasan'a dönerek Tuz şehrinden 100 bin, köylerden de 20 bin insan öldürdü; 150 bin kişi de esir alındı. Bu dönemde büyük bir Kürt nüfusunun Anadolu'ya geldiği biliniyor.Timur ilk olarak Xorasan'a geldiğinde, Tus şehrini yerle bir etti ve tarihi kaynaklar, Timur'un orada Kürtlerle karşılaştığını ve onların ayakta develeri yüklemelerine hayran kalarak, bu dev yapılı insanları emrine almak isteğini, aktarır.W. Ivanow: " 1245-1389 de Herat'ın güneyindeki dağlarda "Kürt" isimli bir hanedan vardı " (16) diyor. Böylece Xorasan'ın bir Kürt yurdu olduğuna dair verileri arttırmak mümkün.İkinci geziden sonra Meşhed'e döndük. Bir hafta sonra banyo ve ayna yüzü görüyorduk. Yüzüm yanmış, kızarmış ve kavlanmıştı, daha doğrusu yanmıştı. Ama hiç şikayetçi değildim. Bu koca şehirde fazla kalmak istemiyordum ve yol arkadaşımı (rehber) üçüncü hedefimize bir an önce razı etmek istiyordum. Xorasan Eyaleti'nin doğusunu tamamlamış, bu sefer de batı ve orta kesimlerine gidecektik.Eyaletin Kürt şehirleri doğudan batıya doğru şöyle sıralanır: Kelat, Çınaran, Deregez, Koçan, Şirvan, Bojnurd ve güneyde Sebzıvar ile Esferayn. Son ikisi hariç, diğer şehirlerin çoğunluğu Kürt. Bojnurd şehrinin 120 bin kadar nüfusu var ve bunun 100 bininin Kürt olduğu söylendi. Şadi aşiretinin kurduğu bir şehir. Bilindiği gibi bugün; Suriye, Batı Kürdistan, Konya, Kafkaslar'a dağılan bu aşiretler konfederasyonu, Xorasan Kürtlerinin de önemli bir bölümünü meydana getirir. Xorasan'da bu isim altında toplanmış 23 aşiret bulunuyor.Bunlar ne zaman ve nasıl buraya geldi? Bu konuda en büyük emek veren yazar Kelimullah Tewehhudi ile iki sene önceki sohbetimizde kendisi; "Kürtlerin Xorasan'a geliş tarihini kitaplarımda yanlış yazdım; kitapların yeni baskısında bunu düzelttim" diyordu. Bu sene kaç defa girişimde bulunduysak da kendisi ile görüşme olanağını bulamadım. Tabii beni çok üzen bir olayı da yazmadan edemiyorum. Evine gittiğimizde sıcak kanlı, misafirperver kızı bizi karşıladı. "Ben Kürtçe sadece, 'Zor spas' demesini bilirim" dedi. Biz Farsça konuştuk. Bu kadar emek vermiş bir yazarın çocuklarına Kürtçe öğretmemesini eleştirmemek elde değil. Böylece, orada kendisini: "Klasik çizgide, kendi popülaritesi için uğraşan biri..." olmakla suçlayan gençlerin düşünceleri üzerinde saatlerce düşündüm. Acı veriyorduÉKelimullah Tewehhudi, Kürtlerin 1628-30 arası Xorasan'a gittiğini yazıyor. Ama kendisi de yanıldığını kabul ediyor. Bilindiği üzere Kürtler, Osmanlılar ile Safeviler arasındaki çekişmelerden, savaşlardan çok çekti. Özellikle de 1500'lerden sonra bu mücadele, dini bir çekişmeye büründükçe kuzeyden güneye kadar aradaki Kürtler zarar gördü. Bu çalkantılı dönemin 1590 yılında Osmalılar ile Safeviler arasında bir anlaşma sağlandı. Buna göre Azerbeycan, Gurcîstan, Ermenistan, Şehrî Zur ile Lorıstan ve Hemedan Osmanlılara geçti. Bu dönemde genişleyen Osmanlı devletinin halk üzerindeki baskı ve sömürü politikası da şiddetlenmişti. Halk bir yandan göç etti, bir yandan da Celali isyanları başladı. Aynı zamanda Abbas da batıdaki Kürtleri Xorasan'a sürmeye başladı.Xorasan'a Kürtlerin birkaç defa gidip geldiğini yazmaya çalıştık. Ama bir daha dönmemek üzere olan gidişlerin ilki 1490-1500 yıllarında görülüyor. Bu dönem Qeremanlı aşireti, Kürt asıllı Şah İsmail'le gider. Qeremanlılar bugün de Xorasan'da çok kalabalık ve belki de en az asimile olanlar. Bir kısmı da hala göçebe. Büyük bir bölümü Aşxane İlçesi'nin dağlık kesimlerinde bulunan bu aşiretin yanına giderek insanlarıyla konuştuk. Şah İsmail'in bugün sürgünde yaşayan Kürtler üzerinde büyük bir dini tesiri olduğunu biliyoruz. Şah'ın ordusunun % 80'ini Kürtler oluşturuyorduİkinci büyük göç Şah Abbas( 1587-1628) döneminde gerçekleşir. Şah Abbas 1593'te Kürt ileri gelenleri ile bir toplantı yapar, iki devlet arasında sıkışan Kürtler-Çemişgezek Konfedarasyonu, Şah'ın oyununa gelerek Xwar-Weramin (Bugün Tahran'ın güney mahallleri) mıntıkasına gitmeye razı olurlar. Bu görüşmeyi B. Şucai 1597 yılında, bir sene sonra göçün ve 1601'de Xorasan'a gidişlerin olduğunu ileri sürüyor (18) . Safeviler döneminde yaşanan Özbek ve Türkmen akınlarını durdurmak için Kürtler kalkan olarak düşünülmüş. Bunda gerçekten de başarılı olmuşlar, çünkü Kürtler bütün yabancı akınları durdurarak püskürtmüşler. Oraya da yerleşerek bu bölgenin İran topraklarında kalmasını sağlamışlar.Kürtlerin Xorasan'da kurduğu ilk şehir Şirvan. Bu ismin Anavatan'dan götürüldüğüne şüphe yok. Daha sonra 55 km daha doğuya giderek Xabûşan (Bugünkü Qoçan) şehrini kurdular. Şadi konfedarasyonu da Bojnurd şehrini kurarak yerleşir. Bojnurd'da Şadilerin kurduğu bir saray var. İsmi: "Neynıkxane" dir, yani aynalı oda deniliyor ve tam bir devlet sarayı gibi. Şu an müzeye çevrilmiş bir hali var, ama Kürtlerin medeniyete katkısını, zerafet, beceri ve devlet kültürünü burada görmek mümkün. Olanağı olanların burayı mutlaka görmesi gerek. İçinde hükümet kararlarının alındığı, misafirlerin ağırlandığı ve her beyin resminin asılı olduğu odanın her tarafı ayna. Ortasındaki bir camekanda kadınların takılarından tut, süslenme-roj eşyalarına kadar bir sürü tarihi eser var. Bu binanın yakınında da eski bir Şadi hastanesi var. Tamiri yapılıyordu; bir görevliden izin alarak içeri girdik. Çıkışta, yeni hastahanenin müdürü tarafından sorguya çekildik: kimdik, niçin gelmiştik, kimden izin almıştık, isim ve adreslerimiz vs. polis sorgusundan beterdi.Güzelim Şirvan, Qoçan, Bojnurd, Aşxane ve diğer şehirleri gezerken, gözlerim hep bir Kürt Beyi'nin veya kahramanın heykelini aradı. Ama nerede? Bu kadar nankörlük hiçbir kitaba sığmaz; varlıklarını borçlu oldukları Kürtlerden bir iz bırakmamak için ellerinden ne geldiyse yapıyorlar...Şirvan'a bağlı 'Palıken Jorin' köyünden Eli isimli bir şahısla tanıştık. Bana Apo'nun durumunu ve ne zaman bırakılacağını sordu. Ben yanıt vermeye çalışırken, kendisi fikrini gözlerinin içi gülerek şöyle anlatıyordu: "Ben diyorum buradan 20 tane genç oraya gidelim, gerekirse ölürüz de, ama Başkanı nasıl yalnız bırakabilirizÉ" Buna yürekten inandığını gördüm.Xorasan'da 110-120 aşiret bulunuyor. Buradaki en büyük aşiretler: Şadi, Keyvan, Qereçorlu, Qereman, Milan, Celali, Şexemiri, Laini, Zaxuri, Sevıka, Badılli, Topkan, Omeri (Emari) ve Reşi.Xorasan'ın kıraç dağlarında yaşayan: LawinlerSabah Meşhed'den yönümüzü Kelat'a/Kelata Nadır vererek yola çıktık. Kuzeye doğru ilerlerdikçe dağlar yükseliyordu. Kıraç dağların arasındaki alanlarda Kürtler yaşıyordu. Bazı köylerin tamamen boşaldığını gördüm. Belli ki kuraklığın sonucu. Bazılarında da çok az insan vardı. Bu bölgedeki insanların ilk göze çarpan özelliği kadınların kırmızı Kürt giysileriyle dolaşmalarıydı. Diğer bölgelerde sadece düğünlerde, bayramlarda veya yaylaya giderken giyilen milli kıyafetler burada günlük olarak kullanılıyordu. Bir de, kırmızı renk çok belirgin ve giysiler diğer bölgelere göre daha uzun.Bölgede yaşayan aşiretlerin ismi Lain-i olarak geçiyor. Bunların ülkedeki bağlantıları kimler olabilir düşüncesiyle halka bu aşiretin başka isminin olup olmadığını sordum. Ama hep 'Lain' yanıtını aldım. Buradaki Kürtler'i diğer alanlardakilerden ayıran dilsel fark ise sadece buradakilerin hepsi için giştık; diğer bölgedekilerin ise kulli kelimesini kullanması idi.Ekrem İzi'nin aktardığına göre, Adıyaman'ın Sincik İlçesine bağlı Lain (Bugünkü Alacık Köyü) bölgesine ait Osmanlı belgelerinde kayıtlara rastlanmakta. "1519'da Lain'de beş hane, bir bekar var; 1524 de 7 hane; 1530 11 hane, 1 bekar; 1547 de 12 hane 2 bekar" (11) Bu iki bölgenin birbiriyle bir bağlantısı olduğu kesin Yavuz Selim'in katliamlarından kaçan halkın bu ismi kendisiyle götürdüğü düşünülebilinir.Kürt Dağı çevresindeki Kürtler tarafından söylenen "Yar Meyro Meyremine" de şöyle bir kıta geçer:"Yarî Meyro MeyreminêDevi dostê, dilî çirûkêBi min re xayînêDosta kekê Evdîlwehîde LawînêNîşandarê mertînê<br />Burada geçen E. Lawine'nin Lain olduğuna inanıyorum. Eski ismin Lawin olduğu ve bunun değişerek Lain/layin'e dönüştüğü ihtimali de kuvvetli. Hatta daha da derine gidersek: "Adıyaman'da, Ari olan Luwiler MÖ 857 de Kummuh devletini kurdu ve bu devlat Asurlarla savaşıyordu" bilgisi ile beraber bunun aynı kaynaktan gelen bir isim olduğu kuvvetli bir ihtimal.Lain köylerini gezerken dikkatimi dağların tepesindeki su izleri çekti. Bu kadar yüksek olan dağların tepesine kadar suyun çıkması ve orada iz bırakması inanılacak bir durum değil! Dünya yüzeyinden zaten yüksek olan Xorasan'da daha da yüksek olan Lain veya Hezar Mecit sıradağlarının tepesindeki suların izini yerlilere sordum, ama bir yanıt alamadım. Nuh Tufanı'nı düşündüm, acaba burada mı oldu, diye. Sonunda Herodot'un yazdıkları aklıma geldi: "Asya'da bir ova var. Her yanı bir dağla çevrilmiş ve dağın beş boğazı var; bu ova eskiden Khorasanlılar'ındı; Hyrkanialılar'ın, Parthialılar'ın, Sarangialılar'ın ve Thamanaeililer'in ülkelerine sınır düşüyordu, ama şimdi buraları İranlılarındır ve büyük kralın (Dariyus-ben) mülküdür. Dağdan Akes adındaki ırmak çıkar, beş kola ayrılır ve bu ülkelerin topraklarını sulardı. Kral bu boğazları kapattı ve suyu ovaya saldı. Komşu ülkeler susuz kalınca gelip yalvardılar. O da haraç alarak suyu veriyorduLain Kürtleri çok sempatik, sıcak kanlı ve misafirperver. Yaşlıların başında sarı renkli sarıklar var. Bunların eskiden Kürdistan ve İç Anadolu'daki Kürtler tarafından da kullanıldığını hatırladım. Buradaki insanların 100-120 yıl yaşadığını da çok duydum.Lain Köyleri, Hezar Mecid dağlarına kadar uzanan vadinin iki tarafına serpilmiş. Vadinin iki tarafı da çok yüksek dağlarla çevrili, tepelerinde mağaralar var ve bunların hayvan barınağı olarak kullanıldığını gördüm. Köyler bu dağların arasındaki ufak düzlüklerde kurulmuş. Vadinin içindeki düzlüklere de pirinç ekilmiş, meyve ağaçları ve başlar bulunuyor. Halkın geçim kaynağı bunlar ve hayvancılık. Bu köylerden biri olan Lain'de öğle yemeği yedik. En çok bulunan yemek ise pirinç pilavı ve et. Bu seferki et bir dağ keçisine aitti. Lezzetine diyecek yoktu, ama bu güzel hayvanların soyunun tüketilmesine de insan acıyorduXorasan'da 2 milyon Kürt yaşıyorTewehhudi: "Kürtler Xorasan'a geldiklerinde 45 bin aile veya 225 bin nüfusları vardı" diyor. Bazı kaynaklarda bu, 15-50 bin aile ve 1.900.000 nüfus olarak geçer. Benim gözlemlerime göre nüfusun 1.5-2 milyon arası olduğu daha gerçekçi.Xorasan'a gelişten sonra, özellikle de savaşlarda ve Nadir Şah (1688-1747) zamanında Kürtler çok büyük zararlar gördü. Bugün buradaki Kürtlerin sayılarını belirten herhangi bir resmi belge yok. Yazarlar: bunun birbuçuk ile iki milyon arası; gençler de üç milyon Kürdün yaşadığı kanısında. Bugün 1600 köyün de Kürt olduğu biliniyor.DilXorasan Kürtlerinin yüzde 95'i Kurmanci konuşuyor. Çok az bir bölümünü Lori ve Hewramanice'yi konuşuyor. Ama konuşulan dilin Farsça'nın çok etkisinde kaldığı bir gerçek. Bu konu üzerine araştırmalarda bulunan Eli Mehru, Xorasan Kürtçesi'nin % 40'ının yabancı dillerin etkisinde kaldığını ve topladığı 30.000 kelimenin 4-5 bininin de Türkçe olduğunu söylüyor. Tabi ki Xorasan'da konşulan dille, İç Anadolu'da konuşulan dilin birbirine çok yakın olduğunu belirtmek gerekir. <br /> SÜMER RAHIP DEVLETINDEN HALK CUMHURIYETINE<br /> <br /> Mart-2002 Yıl: 21 Sayı: 243<br />[ <a href="http://www.serxwebun.com/index.html">Baş Sayfa</a> <a href="http://www.serxwebun.com/2002/03/index.html">Başliklar</a> <a href="http://www.serxwebun.com/2002/arsiv.html">Arşiv</a> <a href="mailto:serxwebun@serxwebun.com">E-mail</a> ] <br /><br />[ <a href="http://www.serxwebun.com/2002/03/hab02.html">Bir önceki</a> <a href="http://www.serxwebun.com/2002/03/hab04.html">Bir sonraki</a> ] <br />Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine doğru APO KİMLİĞİ KLANDAN HALK OLMAYA DOĞRUAbdullah Öcalan kimliğinin bir taslağını çizmek, olguyu en yoğun biçimde yaşayan kişi olarak, benim için bir görev olmaktadır. Böyle bir çizim aynı zamanda tarih, sosyoloji, biyografi ve sanat çalışması yapanlar için konuyla ilgili önemli bir belge boşluğunu gidermiş olacaktır. Ayrıca teorik ve pratik bir kurum olarak geniş bir çevreyi somut olarak ilgilendirmesi ve birçok toplumsal gelişmeyi etkilemesi, doğru tanımlanmasını daha da önemli kılmaktadır. Hakkında yazılmış ve yazılacak olan, söylenmiş ve söylenecek olan birçok değerlendirmeyi aydınlatmak açısından da yararlı olacaktır. Konunun bilimsel ve edebi boyutlarıyla işlenmesi de şüphesiz gerekmekte ve her geçen gün önemi artmaktadır. Bireyde tarih ve bir halkın bu denli yoğunlaşması pek az yaşandığı gibi, bir bireyin de bu denli bir yalnızlık yürüyüşü ile bir tarihi ve halkı yoğurması ve yürütmesi az görülmüştür. Aydınlatılması gereken birçok husus olduğu, her geçen gün daha çok fark edilmektedir. Hem dost ve yoldaş çevresinde, hem de muarızların duygu ve düşüncelerinde uyanan soru işaretlerine ve yaşamlarında ortaya çıkan değişikliklere doğru yorumlar getirmek de doğru bir kimlik tanımlanmasını hayati kılmaktadır. Daha da önemlisi, doğru tanımlayamamak, yol açtığı muazzam trajedilere daha büyüklerini gereksiz olarak eklemek tehlikesini taşımaktadır. Yine konunun çok geniş bir istismarcı çevresi de oluşmuş bulunmaktadır. Doğru tanımlanmama, bunların oyunlarını ve çıkarlarını daha rahat sürdürmelerine katkıda bulunacaktır. Bunlar gibi birçok gerekçe AİHM savunmasını daha canlı kılmaya da yarayacaktır. Bu da kimlik yazımını gerekli kılmaktadır. Avrupa uygarlığı karşısında bir Ortadoğu kalıntısının ne anlama geldiğini yansıtması açısından da hayli düşündürücü olacaktır. 1- Doğal doğuş, klan kültürünün dağılışı ve uygarlık ormanına GİRİŞDoğal çevre ve tarihsel gelişimin birey kişiliğinin oluşumunda belirleyici rol oynadığı bilimsel bir tespittir. Tanımlanma düzeyinde çevre ve tarihsel çerçeve hakkında özlü bazı belirlemeler yapılabilir. Doğduğum çevre Orta Torosların Mezopotamya ovasıyla batıdan birleştiği, vadilerle parçalanmış ve hafif tepelikleri olan bir plato görünümündedir. Fırat nehrinin kuzeyinden akıp güneye sert bir kavis yaptığı kıvrımın beş kilometre yakınında kurulan Ömerli (Amara) köyü doğup büyüdüğüm çevredir. İklim gecikmiş bir Akdeniz iklimidir. Tarihte Verimli Hilal olarak adlandırılan bölgenin ortasındadır. Bütün bitki ve hayvan kültürlerine elverişlilik arz etmektedir. Neolitik toplumun geliştiği en temel bölgelerden biri olduğu, halen güçlü neolitik özelliklerin yaşanmasından anlaşılmaktadır. Yörenin yakınlarında güçlü olan feodal ve daha sonra gelişen kapitalist özellikler, doğuş bölgemde pek etkili olamamışlardır. Neolitik köy toplumunun varlığını güçlü bir biçimde sürdürmesi dikkate değer bir durumdur. Bu alanın Sümer uygarlığının ilk kolonileştirme çabalarına güçlü bir biçimde uğradığı anlaşılmaktadır. Güneyde Sümerlerin en temel kolonilerinden olan Kargamış, doğuda Urfa-Bilecik, kuzeyde Samsat ve batıda Pere şehirlerinin tam ortasına düşmektedir. Komagene Krallığı'nın da merkezi bölgesidir. M.Ö 2000'lerde uygarlıkla tanıştığı kesindir. Daha önceki neolitik toplumun muhtemelen doğuşundan günümüze kadar gelen on beş bin yıllık ömrünü yaşaması da güçlü bir olasılıktır. Asur, Med, Pers, Sasani, Helen, Komagene, Roma, Bizans, Arap-İslam ve Osmanlı-Türk uygarlığına tanık olmuştur. Alandaki tarihin diğer önemli bir özelliği, çeşitli etnik topluluk ve kavimlerin adeta geçit kapısı niteliğinde olmasıdır. Saf bir etnik topluluk ve kavim yoktur. Hepsinin karışımından bir mozaiğin halen süren güçlü izleri hakimdir. Alanda ilk yerleşim sahiplerinin Hurri ismiyle adlandırılan Aryen kökenli etnik topluluklar olduğu tarihsel, arkeolojik ve etimolojik verilerden anlaşılmaktadır. Bugünkü Kürtlerin dil yapılarıyla Hurri dil yapısı arasındaki benzerlik de bu gerçeği doğrulamaktadır. Bilindiği gibi, Hurriler Sümerlilerin kuzey bölgelerindeki yüksek dağlık ve tepelik alanlarda yaşayan halka verdikleri genel bir adlandırmadır. Yine Sümerler bazen de 'dağlı halk' anlamında bu yöredeki topluluklara Kurti demektedirler. 'Kur' dağı, 'ti' eki ise aidiyeti ifade edip, dağlı anlamına gelmektedir. Güneyde ise bölgeye sık sık sızan diğer bir etnik topluluk olan Sami kökenli Amoritler yaşamaktadır. Ammar adı bu kültür geleneğinden etkilenmiş olabilir. Daha sonra Araplarla beslenen bu topluluklar, Saad İbni Ebu Vakkas komutasında İslamiyet'i bölgeye taşımışlardır. Halen insanlar ve köylerin birçok ismi Arap-İslam kökenlidir. Geleneksel Hurri-Amorit çekişmesinin bölgede de oldukça eski tarihlere kadar uzanması mümkün görülmektedir. Asurilerden kalma birçok kalıntı halen bölgede durmaktadır. Yazılı birçok kaya bulunmaktadır. Bölgenin tanışık olduğu diğer etnik gruplardan Luviler ve Ermeniler önem taşımaktadır. Grekler tarafından M.Ö 1000'lerden başlayıp, M.S 1000'lere kadar devam eden eritme süreci boyunca, Luvilerin bölgede etkili bir etnik topluluk olması kesindir. Halen köy anlamına gelen 'Gond' kelimesi Lurice'dir ve 'tepelik' anlamına gelmektedir. Sümerler yerleşim alanları olan bu tepelik kısımlara 'Ur' derken, Luviler 'Gond' demektedirler. Anadolu'nun en eski bir halkı olup, daha çok Güney ve Güneydoğu Anadolu'da yerleşmişlerdir. Kültürleri ve dilleri Aryen kökenlidir. Ermenilerin de bölgenin eski halklarından olduğu kalan kültürel kalıntılardan anlaşılmaktadır. Komşu köy olan ve ilkokulu beş yıl her gün gidip gelerek okuduğum Cibin (Saylakkaya) köyü cumhuriyet yıllarına kadar bir Ermeni köyüdür. İdari kazamız olan Halfeti (Rumkale) adının, madencilikle uğraşan ve adına Hal-Pau denilen bir halktan türemesi güçlü bir olasılıktır. Bu halkın da (çocukken bile demircilik başta olmak üzere madencilikle uğraşanların daha çok Ermeniler olmasına bizzat tanık olmamdan da anladığım kadarıyla) Ermenilerin atalarından olması olasılık dahilindedir. Bölgenin madencilik ustalığı Ermenilere hastır. M.S 2. yüzyıldan itibaren Türkmen boylarının da bölgeye aktığı görülmektedir. Doğuda Kürtlerin ezici hakimiyeti olduğundan, Türkmenler daha çok Fırat'ın batısından gelip sızmaya çalışmışlardır. Bu gerçekliğin ışığında köyümüzün bir etnik çevre haritasını çizersem, ortada Ammar (Ömerli) Kürt, batıda Fırat kıyısında Ayno (Ayn, Arapça 'Pınar' demektir; önemli bir pınar olmaktadır), Türkmen'dir. Kuzeyde Bazur, Derto, Golgan (Nahiye merkezi Büyük Göklü) Kürt'tür. Doğuda Arah (Ortayol), Türkmen'dir. Güneyde Aram, Türkmen'dir. Arah ve Aram isimlerinin Asur-Amorit kökenli olması ihtimal dahilindedir. Güneyde Cibin (Saylakkaya) yakın geçmişte Ermeni, cumhuriyetle birlikte Türkleşmiş bir Ermeni köy kalıntısıdır. Tam bir etnik-kültürel mozaik ortamında bulunmaktayız. Üç dört temel Ortadoğu etnik-kültürel grubu çevremizde adeta en yoğun kaynaşmayı yaşamış gibidir. Sami, Amorit, Asur ve Arap etkileri sürekli güneyden, Ermeniler zanaatkar ve demirci-madenci bir halk olarak kuzeyden gelmişlerdir. Türk-Türkmenler en son gelen başka bir etnik-kültürel grup olmuştur. Kürtler ise, neolitik devrimi ve kültürü yaratan etnik boyların en temel ve en güçlü sürdürücüleri olarak bölgede merkezi bir rol oynamışlardır. Tarım ve hayvancılık asıl uğraşılarıdır. Araplar-Amoritler ticaret, Ermeniler madencilik Türkmenler ise göçebelik ve savaşçılık peşinde koşup durmuşlardır.Alanın bu özelliği, bir kavme mensup tek bir kültürün hakimiyetine izin vermemekte, tarihin en eski dönemlerinden beri kültürel çoğulculuğun hoşgörüyle yaşanmasını zorunlu kılmaktadır. İnanç yönünden de Hıristiyanlıkla Müslümanlığın en eski dönemlerden beri iç içe yaşadığı bir bölgedir. Dolayısıyla etnik, kültürel ve inançsal çoğulculuğun en eski bir bölgesi unvanını taşımaktadır. Etnik toplumlar arasında geçişler yoğundur. Evlilikler yapılabilmektedir. Bu durum güçlü bir sınıfsal baskı düzeninin neden kurulamadığını da açıklamaktadır. Tek bir toplumun egemen olamaması, her toplumdan etnik grupların varolması ve kendi iç yapılarını korumaları, güçlü neolitik köy özellikleri; köleci ve bir feodal tarzın, güçlü bir devlet veya beyliğin bölgeye damgasını vurmasını engellemektedir. Bölge köy toplumu, klan-kabile düzeyini aşmamış özgür köylü ailelerine yakın bir toplumsal düzeni binlerce yıldır korumaya çalışmaktadır. Çünkü beylerin olduğu hiç hatırlanmamaktadır. Sümerlerden beri Birecik-Halfeti-Samsat köylerinde, merkezi despotizme bağlı sınırlı bir gücü olan koloni bürokrasisi bulunmaktadır. Bu bürokrasi bölge halklarının kültürüne yabancı olup, adeta aralarında kalın bir duvar örülmüş gibidir. Bu özellik halen devam etmektedir. Bürokrasinin kolonici niteliği yerel anlamda bir sınıflaşmayı önlemiş, yerel bir bürokrasinin oluşumuna imkan vermemiştir. Dolayısıyla güçlü bir sınıf kültüründen bahsedilemez. Hakim kültür daha çok özgür köylülüğün aile kültürüdür. Güçlü bir aşiret kültürü bile yaşanmamaktadır. Kapitalist kültür yeni gelişmektedir. Bu gerçeklik alana özgü bir durumdur. Neolitik tarım kültürünün güçlü izlerinin bulunması, eşitlik duygularının ve kadının tam ezilmemiş bir konumu halen yaşamasının da önemli bir nedenidir. Kısaca doğduğum çevrenin doğal ve tarihsel özelliklerini bu çerçevede tanımlayabilirim. Çocuğun kimlik kazanmasını daha yakından belirleyen bir etken ailedir; ailenin de içinde yer aldığı köy toplumudur. Çizilen çerçeveden de anlaşılacağı gibi, köy toplumumuz binlerce yıl öncesinin neolitik kültürünün etkisi altında feodal İslamiyet'in inançlarını pek anlamadan yaşamaktadır. Aralarında sınıf farkı olmayan, kendilerini idare etmeye yetmeyecek kadar az mülkü bulunan, dışarıya işçi ve ırgatçılık yapan yoksul karakterli ailelerden oluşmaktadır. Eskiden olsa bile aşiretçilik aşılmış; akrabalık ve aile bağları kabile olmaya bile yetmeyecek kadar zayıflamıştır. Gelişen kapitalist ilişkiler karşısında yoksul emekçiler konumuna gelmişlerdir. Cumhuriyetin bürokratik yapılanmasına da yabancıdırlar. Sınırlı bir okuma oranına sahiptirler. Cumhuriyet kültürünün pek farkında değiller. Denilebilir ki, neolitik toplum da dahil, köleci, feodal ve kapitalist toplumun etkilerini hep dışardan alıp diyalektik bir dönüşümden geçirmeden, "başa gelen çekilir, kader" anlayışıyla derinliğine bir pasifizmi yaşamışlardır. Tüm kültürlerin onlar için bir anlam ifade etmesi zordur. Bir nevi altta kalan fosil tabakaları gibi donuklaşmışlardır. Zihnen ve ruhen kendilerinden herhangi bir yaratıcılık beklenemez. Buna 'zamanın dışında kalma' da diyebiliriz. Genelde Doğu toplumlarının M.S 1000'lerden beri yaşadığı tutuculuk ve içe kapanma özellikleri geçerlidir. Mitolojik anlamda bile anılarını yitirmiş, inandıkları Tanrı'nın hangi ihtiyaçlarını karşıladığının hiç farkında olmayan, marjinal toplum olarak dibe vurmuş bir durumu yaşamakta ve paylaşmaktadırlar. Kapitalist sistemin hiçbir devrimci aşamasına katılmamış olmaları, marjinal durumu daha da daraltmaktadır. Köy toplumu kendini zorbela ancak fiziki olarak üretebilmekte, ideolojik olarak ise zihinsel ve ruhsal yabancılaşmayı en derinlikte yaşamaktadır. Yaşamın ciddi bir toplumsal, siyasal ve ideolojik hedefi bulunmamaktadır. Kurtarıcılık, ahiret düşüncesi bile anlamını yitirmektedir. Ancak küçük memur olma ve Avrupa'da işçilik, sınırlı umutlar yaratabilmektedir. Kötülükleri olmayan, ama hayırları da pek bulunmayan edilgen bir insan gerçekliğiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Her şey silik, anlamını yitirmiş, çaresizliği bir kader bilen, yaratıcılıktan uzak bir dünyanın üstü açık hapishanesinde kendini tutsak yapmış bir yaşamın mahkumu gibidir. Bu gerçekliği paylaşan bir aileden gelmekteyim. Fakat toplumsal genlerin de olabileceğine dair bazı kavramlarla düşündüğümde, ailenin daha yakın incelenmesi gerektiğini fark ettim. Klan veya hanedan kökenli olduğuna dair pek veri yoktur. İkisi ortası bir familya, soylu aile olma ihtimali var. Kürtçe 'Mala Ocê' denmektedir. 'Mal'ı, familya anlamında kullanabiliriz, 'Ocê' bilinen en eski atamız olmaktadır. Öcalan soyadının bu ataya dayanarak verildiği kanısındayım. Ocê'nin Hüseyin ve Abdullah adlı iki çocuğuna dayalı aileler oluşmaktadır. Babam Abdullah'ın oğlu oluyor, adı Ömer'dir. Benim adım dede Abdullah'tan kalmadır. Dedemin hem çok bilge olduğu, hem de gençliğinde en önde gelen atlı süvari olduğu çokça söylenen özellikleridir. Babamın silik, ama kesin inançlarına bağlı, dürüst, namuslu, hiç kimseye kötülük düşünmeyen bir karakterde olduğuna ben de tanık oldum. Sanki koşulları olsaydı, bu özellikleriyle tarihi çıkışlara katılmaktan çekinmeyecek biri gibi geldi bana. Aslında arifti. Beni tanımada ileri düzeydeydi. İş yapmamın çok temiz ve tarzımın fethedici olduğunu Ğhalen hatırımdadırĞ bir fıstık ağacı altında söylerken, güçsüzlüğün derin acısını çekerdi. En unutamadığım anımı belirtsem yerinde olur. Kadastro memuru olarak Diyarbakır'da bulunurken, kendisini vilayetin duvarı üstünde buldum. Bir kavun kesip yediğimizde memnuniyetini belirtti. Bu haline üzülmüştüm. Emekle kazanmak en çok önem verdiği husustu. Bize kızdığında haklı olarak yaptığı beddua şuydu: "Ekmek tavşan, siz de tazı olup peşine düşesiniz." Ekmek kavgasını kavratmak istiyordu. Ama o anlayış gücümüz yoktu. Bana "Ben ölürsem gözlerinden bir damla yaş gelmez" derken de arif konuşuyordu ve doğru söylemişti. Ailenin diğer konuda daha çok soyluluk sevdası egemendi. Çok eskiden Osmanlılar döneminde Osman Paşa adlı bir bürokratın da aileden çıktığı söylenirdi. İsmet İmset benim biyografime ilişkin yaptığı çalışmada, sanıyorum, Genelkurmay araştırmalarına dayanarak benzer sonuçlara ulaşmıştı. Ailenin Kürtlere yönelik Türkmen ve Arap boylarının saldırılarına karşı öncülük yapma ihtimali yüksektir. Bölgeyi güneyden gelen Arap boylarıyla, batıdan gelen Türkmen boylarına karşı savundukları, kendilerinden kalma geniş arazilerden de anlaşılmaktadır. Çok önceden bir bütün oldukları Berazi Aşireti'nin en batı kolu olan Beskilerden geldiklerini, onların en batıdaki militan ailesini teşkil ettiklerini belirlemek mümkündür. Berazilerin bir bölümünün Süleymaniye yakınlarında, İran ve Irak sınırlarında yaşadığı bilinmektedir. Benim yaşadığım dönemde aşiret bağları tamamen unutulmuştu. Genel bir ad olarak her aile kendisine 'Kurmanc' derdi. 'Kurmanclık' aşiretten kopmuş, halklaşma sürecine giren Kürdü ifade etmektedir. Yaygın olarak Kurmanclaşma, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılda gelişmektedir. Bu da Kürtler için yoğun bir halklaşma anlamına gelmektedir. Tüm aşiret ve kabile dışı kalan ailelere Kurmanc denildiğini göz önüne aldığımızda, feodal etkinin kırılmasına, özgür köylü ve kır emekçilerinin (ortakçı, yarıcı) ortaya çıkmasına tekabül eden bu süreç önemli bir Kürt dinamiğidir. Kendim bu dinamikten geldiğim gibi, PKK de esas olarak Kürtleri ilgilendirdiği anlamıyla bir Kurmanc hareketidir. Sosyo-ekonomik temeli ağırlıklı olarak Kurmanc'dır. Kurmanc, halklaşma sürecindeki Kürdü ifade etmektedir. Kabile ve aşiret duyguları silinmekte; zayıf ve kendiliğinden de olsa, bir kavim ve halk bilinci bunun yerini doldurmaktadır. Aşiret bilincine göre daha ileri bir sosyal ve milli bilinç biçimine dönüşümü ifade etmektedir. PKK'nin gerek önderlik, gerekse temel kadro yapısındaki bu orijinallik, kendini diğer tüm Kürt önder ve örgütlenmelerinden ayırt eden sosyal temeli teşkil etmektedir. Ana tarafımız daha karmaşıktır. Babamın anası Besey, Halfeti'nin güneyinde Birecik etrafından Arap mıntıkalarına kadar yayılan çok dövüşken Gedikan aşiretinin Şabikan kolundandır. 'Kendi kendine ölmeye murdar (haram, pis ölüm)' demektedirler. Diğer dedem Hamit ise Arah Türkmen köyünden Havva ile evlenmekte olup, anam Uveyş ondan doğmaktadır. Havva ve Uveyş ailede de etkili, güçlü kadını temsil etmektedir. Kendilerini kesinlikle koca-erkekten aşağı kabul etmezlerdi. Denilebilir ki, kadın-erkek çelişkisinden kaynaklanan bir sosyal mücadeleyi en ilkel biçimiyle yaşamaktaydılar. Kurulan denge bir egemenlik biçiminde değildi, bir uzlaşmayı andırıyordu. Ama her an bir çatışma tohumunu içinde barındırıyordu. Ailemizin başka tür kökenli kadınlarla da evliliklerinin olmasının, aralarında bir yakınlık ve uzlaşma sağlama ihtiyacına ve anlayışına dayandığı açıktır. Geleneksel kavgaya son vermenin bir yolu da kız alıp vermedir. Bu yöntemin oldukça kullanıldığı anlaşılmaktadır. Soyun son umudu misyonu da, belki farkına varmadan bana yüklenilmiştir. Aile kabuğunu acımasızca parçalarken, aslında on beş bin yıllık bir tarih mirasını zorladığımı sonradan fark edecektim. Ana ve babanın büyük üzüntü ve gözyaşlarının anlamını onlar öldükten çok sonra kavrayacaktım. Fakat her devrimin bir de acımasız yönü vardı. Devrim iradesinin bazı acıların farkında olmaması, adeta doğası gibidir. Tek teselli bulduğum husus, tüm bu yönlü ana ve babaların çocuklarının yeniyi doğururken hiç de geçmişlerine ihanet etmediklerini, tam tersine ona sahiplik etmenin en zor, en acılı, ama en onurlu yolunu tercih ettiklerini görmek olacaktır. Bu yüzden onlar mezarlarında rahat uyuyabilirlerdi.Daha doğar doğmaz ve kendimi tanır tanımaz, kendimi aile ve köy devriminin ortasında buldum. Bağlanacağım ne aşiret, ne de sınıfsal ve ulusal amaçlar vardı. Din bile sadece Arapça ezberlemeyle tatmin edici olmaktan uzaktı. Aileyi güçlü bir biçimde yeniden üretmenin koşulları bulunmuyordu. Yükselme duygusunu tatmin edecek hiçbir şey ortalıkta yoktu. Okulu, beni yutacak bir canavar olarak algıladığımı halen hatırlarım. Şehri de beni yutacak, güç getirilemeyecek bir olgu olarak görürdüm. Köy cemaatleri de hiç umut vermiyordu. Dedikodu, fitne fesat karargahları olmaktan öteye bir fonksiyonları yoktu. Bu dönemde gözlerim hep kırsalda olacaktı. Hatta anam benim üzerimde üç kapıyı kapatıp üçer sefer yarı boğup bayılttıktan sonra bile, uyanır uyanmaz yıldırım hızıyla kapıya vurur, dışarı fırlar, kırlara kadar uzanırdım. Fırıl fırıl dolaşırdım. Belli ki bir şeyler arıyorum. Sonradan kıyaslayacağım birçok peygambersel, filozofça çıkışların bu tür yalnızlık yürüyüşlerine ihtiyacı vardı. Güncelliğin sığlığından kurtulmak ve yeniye doğru yoğunlaşmak, bu yöntemle daha çok mümkün olmaktaydı. Ailenin tüm önemli kurallarına zıt kesilmiştim. Geleneklerine, namus anlayışlarına kuşkuyla bakmam ve çiğnemem giderek artacaktı. İlk çocukluk arkadaşlarımdan Şehit Hasan Bindal'la bir kır gezintisinden gizli döndüğümü gören nenem Havva kıyamet koparmıştı. Çünkü Hasan düşmanın çocuğuydu. Buna cesaret etmem korkunç bir suçtu. Halen hatırlarım. Anamın karşısına dikilip, "Üveyş, senin bu oğlun namussuz çıktı" deyişini hiç unutamam. Bu öfkeye rağmen, düşmanın çocuğuyla birlik olmak benim için gün geçtikçe bir tutkuya dönüşecekti. Akraba çocuklarından kaçarken, düşman diye tabir edilen ailelerin çocuklarıyla ilişki ve birlik aramam benim için bir eğilim haline gelmişti. Aslında ilk doğal ideolojik ve siyasal örgütlenmemi bu yolla geliştirdiğimi daha sonra iyi anlayacaktım. Yeni toplum projelerimin ilk ilkesi böyle doğmaktaydı. Aile ve köy toplumunun ilkesel ve pratik reddi sürekli gelişiyordu. Yeni yaşam tarzımı oyunlarımda deniyordum. Oyunlar benim için gerçek, aile ve köyün gerçekleri ise kurtulmam gereken ayak bağlarıydı. Bu nedenle kendimi fark eder etmez, çocuk gruplarımı olağanüstü bir çabayla yaratmaya çalışacaktım. İlkesi, oyun ve beceriklilikti. Kim en çok benimle oynarsa ve kazanma gücü gösterirse, o çocuk örgütümüzün en değerli üyesiydi. Dost düşman ayrımı yapmadığım, bu konuda son derece ilkeli hareket ettiğim, Şehit Hasan Bindal olayında çok belirgindir. Bu konuda ikinci ilkem, cins ayrımını da yapmamamdı. Oyunlarda yeteneklerini fark ettiğim kızlar halen aklımdadır. Bazen aylarca peşlerinde dolanıp oyuna çekmeye çalışırdım. Bu konuda canlı bir anı, Hasan'ın amca kızı Elif'le ilgilidir. Sonradan duyduğumda anısını şöyle nakletmiştir: "Gelin olduğum günlerde usulca eve yaklaşıp halen oyuna davet ediyordu." Bu doğruydu. Hele bu yaşlarda yetenekli kızların evlendirilmesini hiç kabullenemiyordum. O yaşlarda bile, kadınların zeki ve güzel olanlarıyla özgün bir ilişkim olduğunu hatırlarım. Bana göre zeki olan güzeldi. Güzel olan zeki olmalıydı. Bu eğilimimi fark eden kadınların daha o dönemlerde gruplar halinde beni dinlemeye, karşılamaya geldiklerini de hatırlarım. Köyün akıl hocalarını dinlerdim. Köy İmamı Müslüm'ün, o yaşlarda sürekli arkasında namazdaki duruşumu fark ederek, "Bu hızla gidersen, evliyalar gibi uçarsın" deyişi aklımdadır. Din önemli bir gelenekti. Ama giderek kuşkulu bir kişilik oluşturmamın önemli bir etkeniydi. Tanrı üzerinde zaman zaman buhrana varacak düzeyde dururdum. Ancak bu savunmamdaki çözümlemelerde bu kavramı köklü olarak çözümleyebildiğimi söyleyebilirim. Çocukları örgütlü tutmanın bir yolu, kendi başıma namaza kaldırmaktı. Kendi kendimi imam yapmamın ilginç olduğunu belirtmek gerekir. Kavga yerine, yetenekleri açığa çıkaran oyun düzenlerine çok daha meraklıydım. İlkokula gitmem karışık duygular içinde gerçekleşti. Okulu endişeli bir ruh haliyle karşıladım; ama yükselmenin de tek yolunun buradan geçtiğini fark etmiştim. Girdiğim ilk günden üniversitenin son sınıfına kadar hep dikkat çektim. İlk sıralarda bir başarı düzeni hep geçerli oldu. Fakat köy yaşamı da dahil, kişiliğimin o günlerden beri içine girdiği bir ikilem, karakterimin ayrılmaz bir parçasıdır. Köyün, ailenin, devletin ve genel toplumun statüsüne görünüşte ilk sıralarda uyum sağlayan, hatta bunu örnek düzeyde gerçekleştiren özelliğimle, dipte asıl inandığım ve yaşam bulmasına çalıştığım mistik özelliğim tam bir çelişki halindeydi. Daha sonra fark ettiğim kadarıyla bu evrensel bir çelişkiydi. Kendimi resmi, gayri resmi toplumun gibi gösterirken de bu çelişki geçerlidir. Birey-toplum çelişkisinde aynı durum geçerli olmuştur. Resmi din-mistik din çelişkisi de bu gerçeklikten kaynaklanır. Benim için farklı olan, bu ikilemin yoğun, sürekli ve giderek farklı iki yaşam bakış açısına dönüşmesiydi. Bu çelişki kişiliğimin büyük tereddütler, endişeler ve kuşkular içinde gelişmesine yol açmıştır.İlkokula her gün yayan gidip geldiğim Cibin eski Ermeni köyüydü. Cumhuriyetle tanışmıştı. Cumhuriyet etkilerini yansıtan bir ailesi gözdeydi. Bu gerçeği iyi fark ettim. Kürtlük duygusu o sıralarda bir bilinçaltı durumundaydı. Önümde yükselmem konusunda en temel engeli teşkil edeceğini fark etmiştim. 'Kuyruklu Kürt' sözlerini duyar gibiydim. Şovenizmin rahatsız edici sözleri yavaş yavaş geliyordu. Bu engeli, öğretmenlerim ve Cibin halkının gözdesi olarak başarıyla aştığımı belirtmeliyim. Tüm engellemelere rağmen, daha o yaşlarda Türkçe konuşan köylerle kurduğum örnek ilişkiler kardeşliğin en iyi örneklerindendir. Bu köyler halen ağırlıklı olarak dost kalmışlardır. Faşist şovenliğe düşmediler. Hatta Kürt köylerinden daha ilgili bir yaklaşımları söz konusu olmuştur. Köy toplumunda ve ilkokul döneminde, 27 Mayıs 1960 Askeri darbesi üzerimde iz bırakmıştır. İlk ciddi siyasi ilgim bu olay dolayısıyla gelişti. Temel güç kaynağının ordu olduğunu fark ettim. Menderes'in idam edilişini karamsarlıkla karşıladım. Ama 27 Mayıs'a tepkim de yoktu. O dönem ilkokul arkadaşım Aziz'e Ğhalen hatırladığım büyük dardağan ağacının üstündeĞ şöyle bir öneride bulunduğumu hatırlıyorum: "Sen kara kuvvetleri komutanlığını oyna, ben de hava kuvvetlerini; bu yolla daha iyisini gerçekleştirmeye çalışalım." Yaklaşımın bu özelliği, devrimci özellik olarak daha sonraki gelişmemde hep etkili olacaktır. Güç ve değişim birer tutku etkeni olarak yakamı bırakmıyordu. Köyde kaldığım müddetçe iyi bir tarımcı ve hayvanları dost gibi gören bir yaklaşımın sahibiydim. Ekim işlerini ve biçmeyi bir ibadet gibi karşılardım. Hayvanlara bakmak bir zevk işiydi. Onların iyi otluk alanlarda beslenmesi mutluluk verirdi. Ağaç bakımını tutkuyla yapardım. Bağların yeşermesi ve bozumu başlı başına bir kutsallık taşırdı. Gıdalar, üzüm ve ağaç ürünleri kutsal nimetten sayılırdı. Ekmeğin artığını hiç atmamak, hele buğday ekmeğini yemek bir ayrıcalıktı. Açık ki, neolitik kültürün derin etkisini yaşıyordum.kurdistanhttp://www.blogger.com/profile/03252987876270752497noreply@blogger.com8