sayfayi hazirlayan kisi..Umarim bu sayfayi hazirlarken barazi asireti üyeleri bana yardimlarini esirgemezler simdididen her türlü yardima muhtacim lütfen yardimci olun barazi asireti üyeleri

13 Ekim 2007 Cumartesi

SÜRGÜN EDILENLER

HÜSEYİN PAŞA'NIN SÜRGÜNÜis a reply to message #42903 ]

Mon, 16 January 2006 18:41 HÜSEYİN PASA'NIN SÜRGÜNÜHüseyin Paşa ve çocukları; Abdullah, Salih, Yusuf, Afit, Nadir, Haydar ve Mustafa'yı da aileleriyle birlikte Van ve Adilcevaz'dan,Patnos,Ağrı, Erzurum, Bayburt güzergahından Trabzon'a, oradan da vapurla İstanbul'a sevk ettiler.Sürgünzedelerin hepside Şeyh Said İsyanı'na iştirak etmemiş, yörelerinde nüfuz sahibi, Aşiret Reisi ve şeyhlerden oluşmaktaydı. Sürgünle halkı harekete geçirebilecek irade hedeflenmişti. Bu sürgün kafilesinde Hüseyin Paşa ve ailesinden başka, Şeyh Fehim'e Arvasi ile oğlu Abdülbaki Arvasi, Şeyh Masum Efendi, Gevaş müftüsü Hasan Efendi, Küfencizade Şeyh Abdülbaki Efendi, Şeyh Hami Paşa’nın oğlu Abdullah Efendi, Bruki Aşireti'nin ağaları (Kinyas kartal ve akrabaları), Ademanlı Ahmed'e Bra-him Ağa, éli Beg'é Mirze Ağa ve daha pek çok kişi aileleriyle birlikte yer aldılar. ,-—Üstad Bediiüszaman Said'i Nursi; Hüseyin Pasa'nın, Şeyh Said Ayaklanmasına iştirak etmesine fetva vermemesinin müka-fatını(!) sürgünle aldı. Sürgün kafilesi hareket etmeden az önce Kör Hüseyin Pasa'nın oğlu Haydar Bey'e,"Babana söyle, bu bize yapılan işin ve muamelenin sevabını istemesin, inşallah Sahabe-i Kiram'ın emrini alır. Ben beydim, ağa idim demesin, çalışsın, ırgatlık etsin. Amelelik etsin. Ekmeğini çıkarsın, kimseye muhtaç olmasın." demekteydi. Artık bu saatten sonra ancak böyle bir öneride bulunabilirdi.Sürgün yolculuğunda Hasankale’de kendisine ikram edilen bir tas yoğurdu yiyememesini şu sözcüklerle açıklamaktaydı; "Nasıl yiyebilirim ki, şu yaşadığımız zaman ve zeminde, maruz kaldığımız dehşetli manevi musibet, ümmet-i Muhammed'e cehennem ateşinden daha yakıcıdır.”Ama artık çok geç kalınmıştı. 1928 de çıkarılan afla sür-günzedelerin hepsi geri dönecek, ama Bediüzzaman, Hüseyin Paşa ve Şeyh Fehim'e Arvasi memleketlerine bir daha dönemeyeceklerdi."Van'da yapılan sürgünler, gele gele sıra Bediüzzaman'a gelmişti. Evet, Hazret-i Üstad Bediüzzaman'da, hükümetin yaş kuru demeden giriştiği O zülumkarane sürgünlük hareketinin icraatını gaddarane, çok haksız ve zalimane görmüş, hatta bir ara buna kendi ihtiyariyle girmeme, boyun eğmeme yönünde bir tedbir düşünmüş, hududu, yani Iran hududuna geçmeyi de tasarlamıştır. Bu niyet ve tasarısı hakkında ki, tedbir ve düşünce evvela Van'1ı büyük alimlerden, özellikle Van Müftüsü Şeyh Enver tarafından gelmişti. Hazreti Üstad'da O tedbiri, bir ara makul karşılayarak mülahazasını yapmıştı. Bu mülahazayı talebe ve dostları olan diğer alimlere ve Van'ın ileri gelen zevatiyle de istişare etmişti, istişare ettiği kimseler içinde kardeşi Molla Abdulmecit Efendi'de vardı. Ancak O tasarı bir çok kimseler tarafından makkul ve isabetli karşılandığı halde, Üstadın kardeşi Molla Abdulmecit tarafından tasvip görmemiştir. ""Öz kardeşim ve en birinci ve yüksek ve fedakar talebem olan Abdulmecit’in Van'da güzel bir evi vardı, idaresi yerinde, hem muallim idi. Hizmet-i Kuraniye'nin daha revasşlı bir yeri olan hududa gitmeliyim için arzumun hilafına olarak teşebbüs edenlere, ictihadınca güya menfaatim için iştirak etmedi, rey vermedi. Güya ben hududa gitseydim, hem Hizmet-i Kur'aniye siyasetsiz, safi olmayacak, hem onu Van'dan çıkaracak idiler, diye iştirak etmedi. Maksadının aksiyle şevkatli bir tokat yedi. Hem Van'dan, hem O güzel evinden, hem memleketinden ayrıldı, Ergani'ye gitmeye mecbur oldu.""Vanlı Cemal Taylan anlatıyor (Son Sahitler-2 S.29)Şeyh Enver, sürgünlerin Van'da toplattırılmasına başlanmadan önce ve üstad Erek dağından Van'a getirilmeden bir akşam evvel iran'a geçti. Benim onun hizmetinde olduğumu bildikleri için, Şeyh Enver'in nerede olduğunu söylemem amacı ile, beni konuşturmak için, karakola götürüp bir hafta boyunca dayak, falaka ile işkence ettiler. Nihayet benden birşey alamayınca serbest bıraktılar. Karakoldan kurtulduğum gün, baktım sürgünler kafilesi yavaş yavaş hareket edip Van'dan çıkmaktadır. Üstad Bediüzzaman Hazretleriyle Van müftüsü Şeyh Masum Efendi'yi birlikte kelepcelemişlerdi. Onlar kafilenin en önünde gidiyorlardı. Takvimler 10 Şubat 1926 tarihini gösteriyordu. "-Kör Hüseyin Paşa'nın oğlu Haydar Süphandag sürgün olayı hakkında şunları anlatt'ı:"Biz Bediüzzaman'la birlikte İstanbul'a kadar getirildik" diye başlayan Haydar Süphandag sürgün hadisesi hakkında hatıralarını şöyle anlattı.Van valisi Osman Nuri Paşa, (1925-1926) şehirde sıkı emniyet tedbirleri aldırmıştı. Kış mevsimini de sürgüne yollamak için en uygun zaman olarak seçmişti.Seyda ile (Bediüzzaman) Van Müfütüsü Şeyh Mahsum Efendiyi be raber kelepçelemişlerdi... Van'dan çıkartılan kafilenin uzunluğu belki bir kilometreyi bulmuştu. Zamanın vasıtalarıyla bir harp hicreti halinde memleketlerinden gözyaşları içinde ayrılıyorlardı.Bir ara Van Müftüsü Şeyh Masum Efendi' nin kelepçelerden bilekleri sıkışmış, kan oturmuştu. Sıkışan bileklerinin azıcık gevşetilmesini muhafız Jandarmalardan rica etmesiyle birlikte, arkadan sırtına indirilen bir dipçik darbesinden mübarek zayıf, nahif yaşlı insan Masum Efendi yerlere, çamurların içine kapaklanmıştı. Bu acı ve merhametsiz manzara, tüm mazlum sürgün kafilesinin ciğerlerini sızlatmış, yüreklerini kanatmıştı.Az sonra kafilemiz bir çeşmeye ulaştı, Bediüzzaman Hazretleri bağlı olmayan sağ eliyle su alarak Şeyh Mahsum Efendi' nin yüzünü, gözünü ve başını yıkamış temizlemişti. Böylece sürgünler kafilesi yoluna devam ediyordu. Üç-dört gün Patnos'ta, bir gece Ağrı'da, bir hafta Erzurum'da kalmıştık. Erzurum'dan sonra, at arabasıyla yola devam ettik. Trabzon'da yirmi gün kadar bekledik. Trabzon'dan istanbul'a kadar gemi yolculuğumuz ise, bir hafta sürmüştü."Sonrasını Mehmet Bey anlatıyor;Paşa’y ı Antalya'ya, Nadir Bey'i Kayseri’ye, Salih Bey'i Balıkesir'e, Abdullah Bey'i, Afit ve Haydar'ı da Konya'ya iskan etmişlerdi.Paşa Antalya'dan dahiliye vekaletine (içişleri Bakanlığına) müracaat edip, çocuklarının da Antalya'ya gönderilmesini istemişti. Bakanlık, Salih Bey'in haricinde diğer çocuklarının Antalya'ya gelmelerine müsade etti.Bunun üzerine bizler iskan edildiğimiz vilayetlerden Antalya'ya gittik. Antalya'da bir kış kaldık. Orada sürgüne gönderilen pek çok aşiret reisi vardı. Sipki Aşireti Reisi Abdulmecit Bey, Ademan aşiretinden Ahmede Brahim Ağa, Ademanlı Ali Beg'é Mirze Ağa, Zilan aşireti reisi Resul Bey, Xoyti Aşireti Reisi Hacı Musa Bey ve daha pek çok aşiret reisi buradaydı.Ağalar bir araya gelip, durum değerlendirmesi yaptılar. Hepside sürgünle mağdur edildiklerinden, son derece aşağılayıcı bir şekilde sürgüne tabi tutulmalarından dolayı gurur-larının incindiğinden bahisle, bu uygulamaların vicdanı ve imanı olan hiç kimse tarafından kabul edilemeyeceğini söyle-mekteydiler.Gerçektende bu şahsiyetlerin hepside, kendi bölgelerin-de saygın ve nüfuzlu kişilerdi. T.C'nin uygulamalarına kar-şı nüfuslarını kullanıp, halkı harekete geçirebilecekleri endişesiyle yerlerinden, yurtlarından koparılıp, yüzlerce ki-lometre uzaklardaki batı şehirlerine iskana mahkum edilmiş-lerdi.Dillerine, kültürlerine yabancı oldukları bu şehirlerde çoğunun ailelerini de parçalayıp, aile fertlerinin her biri-ni başka şehirlere dağıtmaları da bu insanların eziyetle-rine eziyet katmıştı.Bu kabul edilemez duruma karşı, kış bitiminde Türkiye'den firar edip, Suriye'ye geçmeğe, oradan da Ağrı'ya başlamış olan direnişe katılmaya bir camide Kuran'a el basıp, yemin ettiler.Bahar geldiğin de memleketi terk edip gitmeleri gerekirken, Ademanlı Ahmedé Brahim Ağa naklini Kayseri'nin Pınarbaşı nahiyesine isteyip, Akrabalarıyla beraber gidip oraya yerleşti. Diğer Ağalar da Paşa'ya;-Maddi durumlarımız iyi değil, Türkiye'den çıkarsak ailelerimiz burada perişan olur. Belki de devlet ailelerimizi katleder, diyerek bu durumda daha önce verdikleri sözlerine bağ1ı kalamayacaklarını söylediler.Paşa baktı ki hiçbiri sözünün arkasında değil, O da, peki öyleyse o sözden vazgeçtik dedi. Daha sonra, Paşa, ben ve Nadir'i Kayseri'ye gönderdiler. Kayseri’de her birimize ev ve dükkan, Talas'ta da her birimize bir kaç dönümlük tarla verildi, buraya iskan edildik. Ama bu durumu hazmedemiyor-duk. Ortada kabul edilemeyecek bir haksızlık vardı. Kaderi-mize razı olamazdık, karşı çıkmalı ve direnmeliydik.Kararımızı verdik, Türkiye'den firar edip, Suriye'ye geçecektik. Bu amaçla çalışmalarımıza başladık. Tabii bu kolay olmadı, sürekli gözetim altındaydık, rehber, silah ve at gerekmekteydi. Evvela, tüfeklerimizi temin ettik, tüfek-leri evlerimiz de saklayamazdık. Eleşgirt'li Welo Hoca vasıta-sıyla, tüfeklerimizi caminin tabanına, tahtaların altına sakladık. Daha sonra atlarımızı temin ettik. 1928 yılının 2. ya da 3. aylarında atlarımıza binip firar ettik. Rehberi-miz Çerkez Bekir'di. Çerkez Bekir'in rehberliğinde babam Hüseyin Paşa, Xoyti Aşireti Reisi Hacı Musa Bey, ağabeyim Abdullah, kardeşlerim Yusuf, Nadir, Afit, yeğenim Süleyman (Abdullah Bey'in oğlu), Paşa'nın yeğeni Ahmed'é Zero Hatun'é Kayseri' den Maraş'a geçtik. Maraş'tan sonra da rehberliği-mizi yine Çerkez asıllı dayılarımız Şaban, Ramazan ve Veysi yaptılar.Bu arada, şunu söylemeliyim ki; bu kararı vermek kolay olmadı. Yaban ellerde yaş1ı analarımızı, gencecik eşlerimizi, küçük çocuklarımızı bırakıp, böyle bir eyleme yeltendik. Hacı Musa Bey ve Hüseyin Paşa, doksan yaşlarında iki ihtiyardı. Kayseri'den ayrılan bu kişilerden 12 yıl sonra, yalnızca, ben ve Nadir dönecektik. Bir gün bu anılarımız okunduğunda, bizlerin de bu halk için bir şeyler yaptığımız anlaşılır ve taktir edilirsek, bizler için en büyük onur bu olacaktır.Maraş'tan da rehberlerimiz vasıtasıyla Suriye hudutuna kadar geldik. Kayseri'den Suriye'ye 13 gecede varabildik. Suriye hududunda, Suriye tarafında bakkaliyesi olan Ermeni asıllı birisi geldi, Pasa'ya;-Pasa, hoş sefa geldiniz dedi. Paşa;-Bizim kim olduğumuzu nerden anladın? Beni daha önceden tanıyor muydun? diye sordu,-Bir kaç gündür trenle çok sayıda asker getirip sınıra yığdılar. Bütün hudut askerlerce kuşatılmış durumda, O nedenle firarınızdan haberdar oldum, dedi.Huduttan, Halep şehrine geçtik, Suriye'ye geçişimizin sebebi burada kurulmuş olan Kürt Hoybun Cemiyeti'ne katılmaktı. Halep'te Haco Ağa'nın yanına gittik. Paşa bir müddet Haco Ağa'nın evinde misafir kaldı. Sonra Amud'a gidip, Şeyh Bekir'in evinde kaldı. Buradan da Beyrut'a gitmek üzere Paşa, Hacı Musa Bey ve bizler Şam'a geçtik. Şam'da Abdurrahman Pasa'nın evine misafir olduk. O da Kürttü. Oradan da Beyrut'a Kamuran Bedirgxan Bey'le görüşmeye gittik.Kamuran Bedirxan Bey'le birlikte Suriye müstemleke (sömürge) komutanıyla görüşmeye gittik. Kamran Bey, Paşa'ya;-Sen Kürtçe söyle, ben Fransızca'ya çevireyim dedi, Paşa, Türkiye'de devletin, Kürt halkına karşı sürdürdüğü katliamlardan ve insanlık dışı uygulamalardan söz edip, kendilerinin de pek çok Kürt ailesi gibi memleketlerinden koparılarak, Batı Anadolu'da ki Türk illerine aileleri dahi bölünerek iskana mecbur kılındıklarını belirtti. Bu nedenle bu uygulamalara karşı Türkiye'den çıkıp, buraya Hoybun Cemiyeti'ne katılıp, Hoybun tarafından organize edilen Ağrı'daki direnişe destek vermek istediklerini belirtti. Bunu gerçekleştirmek için de "İran'a geçip, oradan, Ağrı direnişine fiilen katılmaktan başka çarelerinin kalmadığını anlattı. Fransız Komutan, Paşa'nın tüm anlattıklarını büyük bir ilgi ve anlayışla dinledi. Kendilerine hak verdiğini destek için de gereken çabayı göstereceğini belirtti .Fransız komutanla yapılan bu görüşme bizleri son derece memnun etmişti. Zira Fransızların desteği bu koşullarda, çok büyük önem arz etmekteydi. Ama öyle olmadı. Tam tersine Fransa da Ağrı Direnişinde, Direnişe destek vermek isteyenleri engelleyerek dolaylı olarak Türkiye'ye destek verdi. Oradan ayrılıp, Kürt Aşiret Reislerinden Trablus’ta Musa Beg'é Berazi, Hozan Beg'é Beraziyle de görüşüp, Haco Ağa'nın evine geri döndük. Hoybun Cemiyetine üye olduk. Beyrut ya da Mısır baskılı Fılqetıl dı Kürdiye dergisinde resimlerimiz neşredilip, görevlerimiz belirtilmiştir.

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa